Yavaştan yerini hızlı etkileşimli platformlara bırakıyor gibi. İnternete, iletişim yollarına ve bilgiye erişimin kolaylaşması mı acaba buna neden olan? Önceden sözlükler ve benzeri yerler insanlar resim vs yükleyemedikleri için tercih ediliyordu, gündemi takip etmek ve onun üzerinde yorumlarda bulunmak için. Sosyal medya ile kolaylaşan içerik paylaşımı bizi git gide uzaklaştırıyor bu platformlardan.
Kısacası internet kültürü hızlı bir şekilde değişiyor. Belki de sözlüğün platformlarından en çok takip edilenin İnstagram olup sözlüğün kendisinde aktif sayısının az olması da bu yüzdendir. Bir miktar iç burkmuyor değil bu durum.
İnsanların kendilerini farklı şekillerde göstermeye çalıştığı, kendilerine küçük dünyalar kurup o sanallığın içinde yaşadıkları eğlence platformlarıdır. İnsanların ve büyük kitlelerin zevkleri ve keyifleri o platformların onlara dayattığı reklamlarca belirlenir fakat kullanan kişiler takip ettikleri sayfaları kendilerinin seçebildiği illüzyonu ile özgür olduklarını zannederler. Ancak sizin seçtiğiniz, sizin belirlediğiniz sayfalar da özünde medya tarafından size dayatılan sayfalardır.
Bakmayın böyle karamsar konuştuğuma, bunun farkındalığı ile kullanan insanlar sosyal medyadan daha efektif bir şekilde yararlanırlar. O yüzden bilinç ve farkındalık ile kullanıldığı sürece, biraz da kişinin iradesi varsa yararlı olabilecek yerlerdir.
Bakmayın böyle karamsar konuştuğuma, bunun farkındalığı ile kullanan insanlar sosyal medyadan daha efektif bir şekilde yararlanırlar. O yüzden bilinç ve farkındalık ile kullanıldığı sürece, biraz da kişinin iradesi varsa yararlı olabilecek yerlerdir.
Türkiyedeki en ulaşılabilir ve uygun fiyatlı asya yemeklerine sahip olan Türk mutfağıdır. İstanbul içinde bir çok yerde de Uygur restoranı bulabilirsiniz. Lağman -evet ismi iştah açıcı olmasa da çok lezzetli bir yemek- ve etli soteleri özellikle yenilesi olan, bazı yerlerde mantı, tofu ve erişteli çorba çeşitleri de olan çok çeşitli menülere sahipler. Acı seviyorsanız deneyin derim.
Hwasa, wheein, moonbyul ve solar adlı üyelerden oluşan bir kore grubudur. İlginç bir gruptur, kore müzik endüstrisindeki güzellik normlarını ve "kadın" normlarını kırmak için çabalarlar, şayet moonbyul erkek gibi giyindiği için, hwasa ise biraz daha etli butlu bir ablamız olduğu için koredeki güzellik standartlarının dışındalardır ve eleştirilmişlerdir. Ancak gerek yabancı ülkelerdeki hayranları, gerekse kore'deki hayranları onları destekledikçe bu algıyı her geçen gün git gide değiştiriyorlar.
Youtube formatında insanların kendi hayatlarını çektikleri bir video çeşididir. "Amerikan-vari" ülkelerde nispeten bu videolar tüm günlük hayatlarını, eğlencelerini gösterecek, belli konular hakkında muhabbet edecek şekilde çekilir iken, asya ülkelerinde (kore ve japonya özellikle) günlük hayattaki ev temizliklerini, yedikleri yemekleri, çalışma hayatlarını gösterecek şekildedir. biraz mükemmel bir hayat illüzyonu oluşturur insanlarda. İnanmamak lazımdır, şayet 24 saatlik hayatı 10 dakikaya sığdırdığınızda elbette sıkıcı bile olsa hayatları mutlaka kusursuz, dolu dolu ve anlamlı görünecektir.
Disney Pixar'ın, küçük bir çöp robotunun hikayesini konu alan filmidir. Gerek işlenişi, gerek sinematografisi, gerek animasyonları ile nadide filmlerden bir tanesidir bana göre. Duyguları, karakterleri çok güzel bir şekilde, minimum sözcük kullanımı ile işler. Ona rağmen pek konuşamayan karakterler ile sadece beden dillerinden ötürü bile bağ kurabilirsiniz. Bana göre herkesin izlemesi ve izletmesi gereken bir film. Çocuk filmi sınırlarına girdiği düşünülse de, bence her yaştan herkesin severek izleyebileceği bir yapıt.
İlginç bir oyundur. Aslında şu pandemi sürecinde de tadından yenmeyecek bir oyundur. Konusu Rusya'da bir ücra köyde başlayan bir salgın hastalığı anlatır. Tıpkı günümüzdeki gibi salgın hastalığın haberini alan herkes bir anda fiyatları arttırır. İnsanlar evlerine kapanır ama açlar, çalışamayıp da parasız kalanlar sokaklara dökülür. İnsanlar hastalığa karşı folklorik hikayeler oluşturur ve ondan dualarla, ayinlerle korunmaya çalışırlar.
Oyunu 3 tane doktor gözünden oynuyorsunuz, ilki dışarıdan gelen bir doktor. İkincisi köyün içindeki bir doktor. Üçüncüsü ise -oyunu bitirince gelen- doğaüstü yeteneklere sahip bir "doktor" olarak oynuyorsunuz. Her birine göre hikaye değişiyor, insanların yaklaşımları da değişiyor. Mesela dışarıdan gelen kişiye bir çok şeyi açıklarken, hali hazırda köyde yaşayan doktora "ya sen zaten biliyorsun bunları" tavrıyla bir şey anlatmıyorlar. 12 gün o kıyamet şartları içinde hayatta kalıp salgın hastalık ile savaşmanız gerekiyor. Ayrıca açlık, yorgunluk, bağışıklık gibi parametreleri de gözetmeniz gerekiyor. Tıpkı gerçek hayattaki gibi gidiyor bu parametreler, mesela limon yiyince bağışıklık kazanıyorsunuz. İlaçlar bağışıklığınızı arttırırken canınızı azaltıyor. 24 saatte 6 saat uyku gerekiyor. Fakat bu uyku süreçlerinde, oyun içindeki olaylar sizi beklemiyor. Hala akmaya devam ediyor. Mesela bir yan questte akşam 22.00'da tren garında ol mu diyor? Eğer o saatte orada olmazsanız oradaki bütün olaylar çoktan yaşanmış ve bitmiş oluyor. Küçük detaylar ile bezenmiş kısacası, hikayesi de güzel örülmüş. Ama bolca okumak gerekiyor, hafif kırık bir ingilizcesi var rusçadan çeviri olduğu için.
Gidişhatı yavaştır. O yüzden herkesin oynayabileceği bir oyun değildir ama internette hikayeyi açıkça anlatarak oyunu güzelce anlatan videolar mevcuttur. Herkesin deneyimlemesi gerektiğini düşünüyorum bu korku oyununu.
Ayrıca daha çok şey anlatmak isterim ama bundan sonra ne söylersem spoiler olacağından da çok insanlara anlatmak istemiyorum. Sadece bir bakın derim.
Şayet olur da ilkini çok ilkel bulursanız, 2019'un ortalarına doğru birinci oyunun hikayesini alarak yeniden düzenlemiş versiyonu olan Pathologic 2 de var. O daha renkli, daha detaylı ve daha canlı.
Oyunu 3 tane doktor gözünden oynuyorsunuz, ilki dışarıdan gelen bir doktor. İkincisi köyün içindeki bir doktor. Üçüncüsü ise -oyunu bitirince gelen- doğaüstü yeteneklere sahip bir "doktor" olarak oynuyorsunuz. Her birine göre hikaye değişiyor, insanların yaklaşımları da değişiyor. Mesela dışarıdan gelen kişiye bir çok şeyi açıklarken, hali hazırda köyde yaşayan doktora "ya sen zaten biliyorsun bunları" tavrıyla bir şey anlatmıyorlar. 12 gün o kıyamet şartları içinde hayatta kalıp salgın hastalık ile savaşmanız gerekiyor. Ayrıca açlık, yorgunluk, bağışıklık gibi parametreleri de gözetmeniz gerekiyor. Tıpkı gerçek hayattaki gibi gidiyor bu parametreler, mesela limon yiyince bağışıklık kazanıyorsunuz. İlaçlar bağışıklığınızı arttırırken canınızı azaltıyor. 24 saatte 6 saat uyku gerekiyor. Fakat bu uyku süreçlerinde, oyun içindeki olaylar sizi beklemiyor. Hala akmaya devam ediyor. Mesela bir yan questte akşam 22.00'da tren garında ol mu diyor? Eğer o saatte orada olmazsanız oradaki bütün olaylar çoktan yaşanmış ve bitmiş oluyor. Küçük detaylar ile bezenmiş kısacası, hikayesi de güzel örülmüş. Ama bolca okumak gerekiyor, hafif kırık bir ingilizcesi var rusçadan çeviri olduğu için.
Gidişhatı yavaştır. O yüzden herkesin oynayabileceği bir oyun değildir ama internette hikayeyi açıkça anlatarak oyunu güzelce anlatan videolar mevcuttur. Herkesin deneyimlemesi gerektiğini düşünüyorum bu korku oyununu.
Ayrıca daha çok şey anlatmak isterim ama bundan sonra ne söylersem spoiler olacağından da çok insanlara anlatmak istemiyorum. Sadece bir bakın derim.
Şayet olur da ilkini çok ilkel bulursanız, 2019'un ortalarına doğru birinci oyunun hikayesini alarak yeniden düzenlemiş versiyonu olan Pathologic 2 de var. O daha renkli, daha detaylı ve daha canlı.
1997 yılında, ınterplay entartainment tarafından, rpg oyunlarının babası brian fargo önderliğindeki, şu an bethesda'nın yapımı üslendiği efsane seridir.
war, war never changes.
oyun, 22. yüzyılda geçer. besin ve yiyecek kıtlığından dolayı savaş çıkmıştır ve insan populasyonu git gide azalmaktadır. sadece insanlar değil, bitkiler ve hayvanların çeşitleri de çok fazlasıyla azalmış, dünya kurak bir yer olan wasteland'a dönmüştür.
ancak savaş öncesi, vault-tec adında bir firma, yer altı sığınakları inşa etmeye kadar vermiş ve bu sığınaklara "vault" ismini verip, "vault boy" adındaki bir maskotu kullanarak propagandasını yapıp; olabildiğince insanı nükleer savaşın etkisinden koruyup yaşatmak amacı ile bu sığınaklara hapsetmiştir. her ne kadar hapsetmek diye söylemiş olsam da, bu vaultların belli bir kısmı, wasteland'a açılmıştır. kimisi kaynaksızlıktan, kimisi istenildiği için, kimisi de otel olmak için (vault 21).
bu vaultlarda, belli bir yaşa gelen fertlere pip boy adı verilen birer aygıt verilir. bu aygıt, mr. house'un öncülük etmiş olduğu robco teknolojileri tarafından üretilmiş olup, harita, sonar, ışık ve radyo barındırmaktadır. bazı modelleri tablet gibi iken, bazıları hiç çıkarılmayacak şekilde kola takılır ve ölünceye kadar orada kalır (hayır nasıl kıyafet değiştirdikleri veya oradaki etin nasıl incelmediği hakkında hiç bir fikrim yok).
wasteland, uçsuz bucaksız bir çöldür. her taraf radyoaktif atıklarla mutasyona uğramış canlılar ile doludur. bir kısım insanlar buradaki eski kasabalara ve evlere yerleşip bir düzen tutturmuşlardır. bir kısmı ise çölde yaşam mücadelesi vermektedir. kasabalarda ve şehirlerde, 1940-50 yıllarının esintileri sezilmektedir. radyoda çalan müzikler, saç şekilleri, kıyafetler, yaşam tarzı, reklam pankartları hepsi o dönemlerden esinlenmiştir. böyle bir ortamda plazma silahı ile gezen elemanlar görmek biraz ironik oluyor doğrusu.
bir de bir grup vardır wasteland'da gezen. brotherhood of steel. hiç bir şeyden etkilenmeyen power armor'u ve laser tabancaları ile caka satarlar. mutant ve bandit avlayıp etrafta gezerler. her şey kardeşlik için. savaş öncesi teknolojiye sahip olduklarından, "wasteland bizim, teknoloji bizim siz ne ayaksınız lan?" havası ile gezerler. onların bu kadar artistik görüntüleri nedense new vegas'ta fos diye sönmüştür. küçücük bir vadide sığınaklarda, az bir insan sayısı ile yaşamaya çalışmaktadırlar. "ama teknoloji bizde biz güçlüyüz!?" diye kendilerini avutmaya çalışırlar. boş. nerede o herkesin korktuğu brotherhood of steel?
her neyse. bu serinin en güzel yanı, göndermeleri, iğnelemeleri, diyalogları, level alma sistemi, ortamı, müzikleri, hikayesidir (geriye bir şey kaldı mı?). level alma sistemi olarak oblivion'dan sonra en sevdiğim sistem bu oyundadır (perk alma sistemi).
ancak illallah ettirecek yanları vardır. özellikle bethesda'nın yapımını üstlendiği serilerinde, tamamen gerizekalı bir yapay zeka ile karşı karşıya oluyoruz. adamın üzerine makineli ile gidiyorsun, elinde tabanca ile üzerine yürüyor. bethesda allahını seversen bu nedir insafsız?
bir de buglar. aman yarabbim o buglar. skyrim bir fallout 3 iki. console olmadan oynanmaz emin olun. siz siz olun, konsolda bethesda oyunu oynamayın. rpg'de pc candır canandır. demedi demeyin.
bir de new vegas'ta mojave radioda bir şarkı vardır johnny guitar diye, hatunun maaa caanii diye bağırışı başta hoşunuza gitse de, radyoda 193648 kez duyunca sinirinizi bozmaya başlıyor (dönüp de sayıyı okusanız ölmezsiniz yani).
ve geliyor. evet geliyor. fallout 4 geliyor. bethesda duy sesimi. fazla bir beklentimiz yok, fallout olsa yeter cart curt ama, lütfen bir düzelt şu yapay zekaları.
son bir şey olarak, dogmeat en sadık dostunuzdur. ona iyi bakın.
war, war never changes.
oyun, 22. yüzyılda geçer. besin ve yiyecek kıtlığından dolayı savaş çıkmıştır ve insan populasyonu git gide azalmaktadır. sadece insanlar değil, bitkiler ve hayvanların çeşitleri de çok fazlasıyla azalmış, dünya kurak bir yer olan wasteland'a dönmüştür.
ancak savaş öncesi, vault-tec adında bir firma, yer altı sığınakları inşa etmeye kadar vermiş ve bu sığınaklara "vault" ismini verip, "vault boy" adındaki bir maskotu kullanarak propagandasını yapıp; olabildiğince insanı nükleer savaşın etkisinden koruyup yaşatmak amacı ile bu sığınaklara hapsetmiştir. her ne kadar hapsetmek diye söylemiş olsam da, bu vaultların belli bir kısmı, wasteland'a açılmıştır. kimisi kaynaksızlıktan, kimisi istenildiği için, kimisi de otel olmak için (vault 21).
bu vaultlarda, belli bir yaşa gelen fertlere pip boy adı verilen birer aygıt verilir. bu aygıt, mr. house'un öncülük etmiş olduğu robco teknolojileri tarafından üretilmiş olup, harita, sonar, ışık ve radyo barındırmaktadır. bazı modelleri tablet gibi iken, bazıları hiç çıkarılmayacak şekilde kola takılır ve ölünceye kadar orada kalır (hayır nasıl kıyafet değiştirdikleri veya oradaki etin nasıl incelmediği hakkında hiç bir fikrim yok).
wasteland, uçsuz bucaksız bir çöldür. her taraf radyoaktif atıklarla mutasyona uğramış canlılar ile doludur. bir kısım insanlar buradaki eski kasabalara ve evlere yerleşip bir düzen tutturmuşlardır. bir kısmı ise çölde yaşam mücadelesi vermektedir. kasabalarda ve şehirlerde, 1940-50 yıllarının esintileri sezilmektedir. radyoda çalan müzikler, saç şekilleri, kıyafetler, yaşam tarzı, reklam pankartları hepsi o dönemlerden esinlenmiştir. böyle bir ortamda plazma silahı ile gezen elemanlar görmek biraz ironik oluyor doğrusu.
bir de bir grup vardır wasteland'da gezen. brotherhood of steel. hiç bir şeyden etkilenmeyen power armor'u ve laser tabancaları ile caka satarlar. mutant ve bandit avlayıp etrafta gezerler. her şey kardeşlik için. savaş öncesi teknolojiye sahip olduklarından, "wasteland bizim, teknoloji bizim siz ne ayaksınız lan?" havası ile gezerler. onların bu kadar artistik görüntüleri nedense new vegas'ta fos diye sönmüştür. küçücük bir vadide sığınaklarda, az bir insan sayısı ile yaşamaya çalışmaktadırlar. "ama teknoloji bizde biz güçlüyüz!?" diye kendilerini avutmaya çalışırlar. boş. nerede o herkesin korktuğu brotherhood of steel?
her neyse. bu serinin en güzel yanı, göndermeleri, iğnelemeleri, diyalogları, level alma sistemi, ortamı, müzikleri, hikayesidir (geriye bir şey kaldı mı?). level alma sistemi olarak oblivion'dan sonra en sevdiğim sistem bu oyundadır (perk alma sistemi).
ancak illallah ettirecek yanları vardır. özellikle bethesda'nın yapımını üstlendiği serilerinde, tamamen gerizekalı bir yapay zeka ile karşı karşıya oluyoruz. adamın üzerine makineli ile gidiyorsun, elinde tabanca ile üzerine yürüyor. bethesda allahını seversen bu nedir insafsız?
bir de buglar. aman yarabbim o buglar. skyrim bir fallout 3 iki. console olmadan oynanmaz emin olun. siz siz olun, konsolda bethesda oyunu oynamayın. rpg'de pc candır canandır. demedi demeyin.
bir de new vegas'ta mojave radioda bir şarkı vardır johnny guitar diye, hatunun maaa caanii diye bağırışı başta hoşunuza gitse de, radyoda 193648 kez duyunca sinirinizi bozmaya başlıyor (dönüp de sayıyı okusanız ölmezsiniz yani).
ve geliyor. evet geliyor. fallout 4 geliyor. bethesda duy sesimi. fazla bir beklentimiz yok, fallout olsa yeter cart curt ama, lütfen bir düzelt şu yapay zekaları.
son bir şey olarak, dogmeat en sadık dostunuzdur. ona iyi bakın.
Ömür törpüsüdür, bir kere başlayan bırakamaz. Bir yerden sonra 40-45 yaşındaki oyuncuları görüp onların da aynı şeyi söylediğini duyduktan sonra insan bu oyunun lanetine inanmaya başlıyor.
güzel bir rogue-like oyundur. keyiflidir. bu yıl muhtemelen yılın oyunu seçilecek.
yeni yeni oynamaya başladım, yaptığınız her harekete göre karakterlerin muhabbetleri, konuşmaları değişiyor. sanki dinamik bir dünyada geziyorsunuz. Hades'in oğlu zagreus'un yeraltı dünyasından çıkıp, olimpostaki tanrılara ulaşmaya çalışmasını konu alıyor. Diablo benzeri bir oyun ama özünde aldığınız geliştirmelerle yaptığınız kişisel buildlerinizle hareket ediyorsunuz. Her öldüğünüzde de sıfırlanıyor ve kalıcı geliştirmeler alabiliyorsunuz. Böyle böyle devam ediyor. Çizimleri ve seslendirmeleri de bayağı güzel, combat sistemi de bayağı keyifli. Fiyatı da uygun şu anda, vaktiniz var ise bir bakın derim.
Edit: Steamde yılın ödülünü red dead redemption 2 aldı, gözlerim bir hadesi aramadı da değil tabii.
yeni yeni oynamaya başladım, yaptığınız her harekete göre karakterlerin muhabbetleri, konuşmaları değişiyor. sanki dinamik bir dünyada geziyorsunuz. Hades'in oğlu zagreus'un yeraltı dünyasından çıkıp, olimpostaki tanrılara ulaşmaya çalışmasını konu alıyor. Diablo benzeri bir oyun ama özünde aldığınız geliştirmelerle yaptığınız kişisel buildlerinizle hareket ediyorsunuz. Her öldüğünüzde de sıfırlanıyor ve kalıcı geliştirmeler alabiliyorsunuz. Böyle böyle devam ediyor. Çizimleri ve seslendirmeleri de bayağı güzel, combat sistemi de bayağı keyifli. Fiyatı da uygun şu anda, vaktiniz var ise bir bakın derim.
Edit: Steamde yılın ödülünü red dead redemption 2 aldı, gözlerim bir hadesi aramadı da değil tabii.
Kalbi kırık bir oyun serisi.
hikayesi, karakterleri, dünyası çok güzel olan bir oyun serisidir bu. Nosgoth topraklarının güzel bir şekilde portre edilmesi oyunlarında, seslendirmeleri, karakter etkileşimleri bu oyunu aslında unutulmuş bir inci yapıyor bir bakıma. Firmaların anlaşmazlığının azizliğine de uğramış. Çünkü geliştirici firma ikiye bölündükten sonra bir daha kendilerini toparlayamamışlar.
Raziel ve Kainin beraber Nosgothun kaderini şekillendirme çabalarını konu alıyor seri. Şiir gibi bir dille seslendirmesi yapıldığı için keyifle saatlerce tekrar tekrar izlenebilecek sahneleri var. O yüzden eski oyunları oynamaya sabrı olan insanların oynamalarını tavsiye ederim. Blood Omen şu anda Activision'da hakları bulunduğu için hiçbir platformda satılmıyor bildiğim kadarı ile. Diğer 4 oyunu da gayet hikayeyi anlaşılabilir kılıyor her ne kadar ilk oyunu çok güzel olsa da.
Time abhors a paradox.
hikayesi, karakterleri, dünyası çok güzel olan bir oyun serisidir bu. Nosgoth topraklarının güzel bir şekilde portre edilmesi oyunlarında, seslendirmeleri, karakter etkileşimleri bu oyunu aslında unutulmuş bir inci yapıyor bir bakıma. Firmaların anlaşmazlığının azizliğine de uğramış. Çünkü geliştirici firma ikiye bölündükten sonra bir daha kendilerini toparlayamamışlar.
Raziel ve Kainin beraber Nosgothun kaderini şekillendirme çabalarını konu alıyor seri. Şiir gibi bir dille seslendirmesi yapıldığı için keyifle saatlerce tekrar tekrar izlenebilecek sahneleri var. O yüzden eski oyunları oynamaya sabrı olan insanların oynamalarını tavsiye ederim. Blood Omen şu anda Activision'da hakları bulunduğu için hiçbir platformda satılmıyor bildiğim kadarı ile. Diğer 4 oyunu da gayet hikayeyi anlaşılabilir kılıyor her ne kadar ilk oyunu çok güzel olsa da.
Time abhors a paradox.
Korkuyu temel olarak "acaba diğer sayfada ne gelecek?" düşüncesinden sonra dehşeti tattıran çizimleri üzerinden işler. Çizimleri detaylı ve özenli olduğu için saatlerce incelenebilecek kadar güzeldir. Uzumaki, Gyo, Tomie en ünlü manga serileridir. okumanızı tavsiye ederim, gerekli şeylerden türkçesini de bulabilirsiniz.
Japon mutfağını runnyrunny999 ile beraber youtube'a tanıtan kanaldır. eski bir kanal olmakla beraber, hanım hanımcık bir ablamız ve süs köpeği Francis ile beraber yıllar boyu tatlı videolar çekmişlerdir. sonra süs köpeği bu dünyaya gözlerini yumduktan sonra, hafif buruk bir biçimde de olsa hala yemek videolarına devam etmektedir ablacığımız ve seslendirmen abimiz.
Üniversitelerin vize-final sınav sistemine alternatif olarak kullanılan sistemdir. Konular, ortak yanları gözetilerek sınıflanır ve onun ile alakalı bütün dersler o komite içerisinde verilir. Sonra bir tane sınava tabi olur öğrenciler. İlginçtir ki bu sistemi komite sistemi ile ders görmeyen insanlara anlatmak zordur. "Finallerin bitti mi?" "Nasıl sadece bir sınav mı oldun?" "Yuh ya hayat size güzel" gibi tepkileri alırsınız. Ama insanlar bilmezler ki o komite içinde en az 10 farklı ana bölüm, o ana bölümlerin her birinin de en az 4-5'er başlığı bulunur ve siz hepsinden sorumlusunuzdur.
Komite sistemi özellikle Tıpta kullanıldığı için oradan bir örnek vereyim. Mesela kas-iskelet sistemi klinik komitesi görüyorsunuz, bu komitede gördüğünüz dersler sadece kas ve iskelet sistemi ile alakalı evet. Ama branşlar ayrı ayrı şeyleri anlatıyor. Kemik patolojilerini öğreniyorsunuz, ortopedi görüyorsunuz, nöroloji görüyorsunuz, çocuk sağlığı üzerinden çocukluk çağı hastalıklarını görüyorsunuz, biyokimya görüyorsunuz, kırık acillerini görüyorsunuz, fizik muayene görüyorsunuz ve 3-4 aylık bir süreç içerisinden bundan mesul olup tek sınavda geçmek zorundasınız. Şartlı geçme şansınız yok. Ya o komiteden yüz üzerinden altmış alırsınız ya da bütünlemeye kalırsınız -ki bazı üniversitelerde geçme notu 70 üzeri diye rivayetler de var-.
Öyle işte, Allah vize ve finaller ile uğraşanlara, komite ile uğraşanlara, bol bol sabır versin.
Komite sistemi özellikle Tıpta kullanıldığı için oradan bir örnek vereyim. Mesela kas-iskelet sistemi klinik komitesi görüyorsunuz, bu komitede gördüğünüz dersler sadece kas ve iskelet sistemi ile alakalı evet. Ama branşlar ayrı ayrı şeyleri anlatıyor. Kemik patolojilerini öğreniyorsunuz, ortopedi görüyorsunuz, nöroloji görüyorsunuz, çocuk sağlığı üzerinden çocukluk çağı hastalıklarını görüyorsunuz, biyokimya görüyorsunuz, kırık acillerini görüyorsunuz, fizik muayene görüyorsunuz ve 3-4 aylık bir süreç içerisinden bundan mesul olup tek sınavda geçmek zorundasınız. Şartlı geçme şansınız yok. Ya o komiteden yüz üzerinden altmış alırsınız ya da bütünlemeye kalırsınız -ki bazı üniversitelerde geçme notu 70 üzeri diye rivayetler de var-.
Öyle işte, Allah vize ve finaller ile uğraşanlara, komite ile uğraşanlara, bol bol sabır versin.