bir jrock/visual kei grubunun adıdır aynı zamanda. 13's reborn ve girugamesh albümleri iyidir
güzel animedir. nedense bu türü genel olarak çok sevmememe rağmen jormungand, black lagoon gibi animelere ayrı bir sempatim var. ikisinin de silah, güç tarzı şeylerin erkek işi olduğu kalıbını yıkıp en badass karakterlerini taş ablalardan seçiyor olmaları bu sempatimin ana kaynağı olabilir pek ala ama bilemedim.
hı ayrıca adaşım olan bir karakteri de içinde barındıran animedir kendisi, bir de revy'e benzetiyorlar niyeyse.
7 yıl sonra gelen edit: eh her yiğidin bir level atlayışı var artık balalaikaya benzetiyorlar daha çok sdf
hı ayrıca adaşım olan bir karakteri de içinde barındıran animedir kendisi, bir de revy'e benzetiyorlar niyeyse.
7 yıl sonra gelen edit: eh her yiğidin bir level atlayışı var artık balalaikaya benzetiyorlar daha çok sdf
ryan o'reily gibi mükemmel bir karakteri içinde barındıran efsane dizi.
sanıyorum kendisi bir erkekte olmasını isteyebileceğim neredeyse her özelliğe sahip, kişisel zevkimi bu denli eksiksiz yansıtabilen ilk ve tek anime karakteri. birçok taş tabir edebileceğimiz tipini fiziğini taktir ettiğim anime karakteri gördüm, zekasına hayran olduğum çok fazla karakter vardı, kişiliğine orjinalliğine tutulduğum karakterler oldu, gücüyle, asilliğiyle ya da samimiyetiyle, doğallığyla, tarzıyla, söylemleriyle beni etkileyen karaketerler oldu ama idealize ettiğim tüm özellikleri bu denli tek bir potada eritebilmiş başka bir karakter daha görmemiştim bu güne kadar. mümkünse gerçeğinden bir tane istiyorum.
delicesine sevdiğim tüm öğeleri neredeyse benim için yapıldığına inanacağım kadar yoğun bir şekilde içinde barındıran dizi. mads mikkelsen'a jagten'den beri hastayım. sanatsal gore'u hayvansı bir tutkuyla severim yeterince iyiyse beni nirvanalardan nirvanalara koşturabilir. sapyoseksüel oluşumdan ötürü zeka oyunlarından, ironilerden, bu tarz derin çatışmalardan, psikolojik altyapılardan sözlere dökemeyeceğim kadar çok zevk alıyorum. seri katiller hayattaki en çok ilgimi çeken temalardan olabilir. silence of the lamb bir sinemacı olarak en sevdiğim filmlerden biridir. "folie a deux" metaforik halinin dövmesini yaptıracak ve ömür boyu bedenimde ve zihnimde taşımaktan gurur duyacağım kadar özel bir anlam içeriyor benim için. ama bu diziyi bir türlü izleyemiyorum. belki yüzlerce dizi binlerce film izlemişimdir bunu izleyemiyorum. ne zaman izlicem desem bir işim çıkıyor hep bir doğru zamanı kollama durumu falan izleyemiyorum. belki de bu kadar özel olduğuna inandığımdan dolayı gözümde çok fazla büyütmüş olmaktan ve hayal kırıklığına uğramaktan korktuğum için de izleyemiyor olabilirim. gerçi bir "deli" yüzünden 2 hafta kadar önce kafamda bin bir düşünce travmalardan travmalara koşarken 3. sezonun ortasından sonuna kadar izlemek durumunda bırakıldım ki bir seriye hele de bu denli güzel bir seriye ortasından başlamak kadar iğrenç bir şey olamaz. ama bir gün tam anlamıyla izleyeceğim ve sanıyorum ki o gün hayatımın dizisi olacak.
çok manga okuyan biri olduğumu söyleyemem ama sanırım kendisi en sevdiğim manga olabilir.
bir de şöyle bir şey var
bir de şöyle bir şey var
bir arkadaşla beraber izlemiştik bu seriyi. bizim öyle seanslarımız vardı o arkadaşla o dönem. kısa bir seri seçer baştan sona tüm bölümleri izler arada durdurup hakkında konuşurduk falan. başladık izlemeye işte, ilk bölümler iyiydi. biraz yavaş tempo ama ilginç metaforlar falan konuşulacak konu çıkıyordu ama bölümler ilerledikçe yaptığımız yorumlar kısalmaya başladı. ortalara geldiğimizde arkadaş uyuklamaya bölümün sadece başıyla sonunu izlemeye başladı. dedim "istersen erteleyelim sonra izleyelim". "yok" dedi "iyiyim ben devam edelim". birkaç bölüm daha izledik. bu defa ben de aynı şekilde uyanık kalmakta zorlanmalara ara ara iç geçmeleriyle karşılaşmaya başladım. ki bizim bu arkadaşla lainler falan izlemişliğimiz vardı öyle kolay kolay sıkılacak tipler de değiliz ikimiz de ve bir şey izlerken uyumak da hiç yapmayacağım şey ama bu anime o denli akmıyor o denli sıkıcıydı ki gecenin ve animenin sonuna doğru ikimiz de baya baya uyuyakalmıştık
tempest ve kral lear aşığı bir insan olarak oldukça beğendiğim bir seri olmuş idi. senaryosu biraz vasat kalmıştı doğrusu ama o eksiği karakterleri ve atmosferinin başarısı ve şiirselliğin dozajının iyi ayarlanmasıyla kapatmayı başarmışlar. özellikle aika karakterine bayılıyor olduğumu da belirtmeliyim
en sevdiğim ikinci naruto karakteriydi. aynı sezonda ikisini de harcadılar. bi tanesi daha sonra bir diğerini harcayan tarafından geri getirildi gerçi. o sezondan sonra narutoyu pek ciddiye alamadım
çizimler, karakter dizaynları, müzikler enfes, kullanılan açılar çok yaratıcı, tür olarak özlediğimiz ve her zaman görmek mümkün olmayan ama oldu mu da çokça sevilen bir tür seçilmiş, atmosfer yine bu türün vazgeçilmezlerinden ve çok tanıdık. yönetmeni shukou murase bu tarz bir proje için belki de en uygun isimlerden ama şöyle bir sorun var ki, senaryo/hikaye biraz tekliyor. kullanılan detaylar, karakterler teoride harika, ama ana hikaye biraz havada ve temelsiz ilerliyor gibi. diyaloglar bazı noktalarda tam anlamıyla duruma uymuyor, hikayeyi anlatabilmek için konulmuş tiradlar çok yapmacık duruyor ve bayıyor, karakterlere atfedilmiş özellikler çok tepeden inme sunuluyor; açıklamaları hemen sonra geliyor ama yeterince tatmin etmiyor ki bu biraz acemice bir yöntemdir. ya önce altyapıyı sunar merak uyandırır, sonra kademeli olarak özelliği verirsin ya da özelliği şok etkisiyle vurucu bir şekilde gösterip 2-3 bölüm sonra derinlemesine işlersin. ikisinin ortasını yapmaya çalışmak dramatik eğriyi düşürür, izleyici o anlık tatmin etse de, etkileyici ve akılda kalıcı olmaz. görünüşe göre koshke ablamız hikaye anlatıcılığı konusunda yeterince deneyimli değil. fakat izlenir mi, izlenir. sezonun en iyi animesi mi? verimsiz bir sezon olduğu düşünülürse; şüphesiz. worick favori karakter listeme hızlı bir giriş yaptı mı? kesinlikle. bir black lagoon ya da baccano olabilir mi? şimdilik zor
shunkashuuto klipleriyle tanışmıştım kendileriyle ilk olarak, ondan sonra çok da fazla dinlediğim söylenemez ama tora'yı beğenirdim galiba
anime manga sektörüyle ilgili yaşadığım en büyük hayal kırıklığı sayılabilir bu oyun. yaklaşık 2 yıl kadar önce sarmıştım bu rpgmaker oyunlarına ib, ao oni, the here and now of yesterday, to the moon, the witch house, corpse party vs derken bi 14-15 rpg oyununu ardarda tüketmiştim. herkesin önerdiği çok övdüğü yume nikkiyi ise en sona saklamıştım çünkü hem bahsedilen karmaşık olay örgüsü hem de rüya meselesi ile beni fazlasıyla cezbetmişti ve ondan önce oynadığım rpglerin beklediğimden de iyi çıkması yume nikkiyle ilgili beklentimi daha da arttırmıştı. sonra noldu açtım oynadım ki rezalet. hikaye olay örgüsü denen birşey yok, yeterince olgunlaşmamış durumlardan ibaret sonsuz bir karadelik adeta. tamam fikir olarak yaratıcılık olarak evet takdir edilesi ama o kadar. bir muhtemelen kimsenin adını dahi duymadığı the here and now of yesterday dahi hikaye oturaklılığı olarak bildiğin fark atıyordu yume nikkiye. inanılmaz sinir oldum sen git, o kadar ilginç bir karakter yarat, o kadar dişi bir konu seç, öyle orjinal bir dünya kur ama hikaye yazma. resmen yazık yahu
ayrıca efsane bir japon filmidir. son zamanlarda inanılmaz moda olan survival temalı serilerin çoğunun babası sayılır
karakterleri sempatik. söyleyebileceğim tek iyi şey bu sanırım. iğrenç hikaye tutarsızlıklar var. ilk sezonlarda max'in güzel sanatlar alanında okuduğunu ama parası yeterli olmadığı için devam edemediğini öğreniyoruz ama yaklaşık 2 sezon sonra max'in liseden bile mezun olamadığını öğreniyoruz mesela. kendi yazdıkları senaryodan bir haber senaristleri var yani ve bu tarz saçmalıklar neredeyse her bölümde oluyor. pek komik de sayılmaz üstelik ama çok yoğun olduğunuz dönemlerde verilen molalar vardır ya hani, böyle sizi yormayacak saçma sapan, manasız bir şey yapıp kafa dağıtmanız gerekir falan işte o zamanlar ya da ne bileyim bir şeyi beklerken zaman geçsin diye sizi oyalayacak bir şey aradığınızda çok boş zamanınız olup bir şeyler yaratmaya, takip etmeye, hatta düşünmeye bile enerjinizin olmadığı zamanlarda falan izlenebilir evet.
pek şeker bir cosplayer. hele ki bazı fotoğrafları var ki evde besleme isteği uyandırıyor.
açıkçası ilk başta soğuk biri olduğunu düşünmüştüm ama sonra verdiği yanıtlardan, yazdıklarından ,ağır sayılabilecek eleştirileri bile oldukça hoş karşılayacak kadar olgun, sıcakkanlı ve üretken olduğunu gördüm. takdir ediyor başarılarının devamını diliyorum
açıkçası ilk başta soğuk biri olduğunu düşünmüştüm ama sonra verdiği yanıtlardan, yazdıklarından ,ağır sayılabilecek eleştirileri bile oldukça hoş karşılayacak kadar olgun, sıcakkanlı ve üretken olduğunu gördüm. takdir ediyor başarılarının devamını diliyorum
o değil de genderbend hali neydi yahu *_* sanki bu haliyle yeterince mükemmel ve sevilesi değilmiş gibi sadece 3 bölümcük görebildiğimiz o müthiş karizmatik haliyle sevilesilikte ayrı bir boyut açtı adeta
genelde son derece sessiz, asosyal, kitap düşkünü, utangaç olan ama genelde baş karakter olan hoşlandığı tiple yalnız kaldıklarında konuşarak aslında ne kadar tatlı sevimli biri olduğunu gösteren acayip tiplerdir. genelde hiç konuşmazlar, renk vermezler, baş karakter falan da olmadıklarından içlerinden ne geçtiğini de kolay kolay anlayamazsınız son derece sıkıcı sinir bozucu karakterler olarak görürüz bunları. en nefret ettiğim karakter tipi sayılabilir.
bi de bunun ablası var kuudere, adı da üstünde gayet "cool", karizmatik, olgun tipler oluyorlar onlar da. kuudereler de az konuşur ama danderelerden farklı olarak onların konuşmamalarının utangaç olmaktan daha mantıklı sebepleri vardır ve o kadar renksiz ve ezik değildirler.
bi de bunun ablası var kuudere, adı da üstünde gayet "cool", karizmatik, olgun tipler oluyorlar onlar da. kuudereler de az konuşur ama danderelerden farklı olarak onların konuşmamalarının utangaç olmaktan daha mantıklı sebepleri vardır ve o kadar renksiz ve ezik değildirler.
öncelikle david eddings'in elenium-tamuli üçlemelerinin yeri bende ayrıdır. onun dışında yine david eddings'in belgariad ve devamı olan molloreon serisi çok iyidir. margaret weis'ın ejderha mızrağı ve ölüm kapısı serileri çok iyidir. raymond e. feist'in gedik savaşları çok iyidir. daha çok bilim kurgu sayılsa da frank herbert'ın dune'u çok iyidir. ve en son olarak da tuğla stil ansiklopedik ciltleriyle bu saydıklarımın hepsini ve fantastiğin babası sayılan tolkien'in eserlerini solda sıfır bırakan, robert jordan'ın zaman çarkı serisi süperdir, harikadır. biraz yer zaman ve para düşmanı olsa da değer. arkadaşlarınız sizle "kafamdan kalın kitaplar okuyorsun" diye dalga geçse de değer.
edit: bu başlık fantastik kitap önerisi istenen bir başlıktı taşınma sırasında böyle olunca biraz havada kalmış kafa karıştırıcı olmuş tabi
edit: bu başlık fantastik kitap önerisi istenen bir başlıktı taşınma sırasında böyle olunca biraz havada kalmış kafa karıştırıcı olmuş tabi
sadece sonu yüzünden sevdiğim anime. keşke bütün vıcık okul harem ecchi animeleri böyle bitse *şeytani gülüş sfx*
kısa isimli arkadaşlarının aksine insanı gereksiz bir anlam çıkarma çabasına sevk eden isimlerdir bunlar.
uragiri wa boku no namae wo shitteiru
onii-chan no koto nanka zenzen suki janain dakara ne!!
yakushiji ryouko no kaiki jikenbo
uragiri wa boku no namae wo shitteiru
onii-chan no koto nanka zenzen suki janain dakara ne!!
yakushiji ryouko no kaiki jikenbo