günümüzün popüler ticaret platformudur. insanlar için uzun süredir "ideal bir günlük yaşam" şovu yaptıkları bir yerdi. bilirsiniz ya "şuraya gittim bunu yedim içtim" paylaşımları bu platformun tamamını oluşturuyor. ve eğer siz de ideal günlük yaşamınızı düşünürseniz içerisinde birçok arzu nesnesi olduğunu fark edeceksiniz. facebook ise sosyal medya platformlarında kendi ekonomisini oluşturmaya ve onu döndürmeye çalışarak dev kâr marjı kazanan bir şirket. facebook marketplace de bunun için var, instagram üzerindeki ticari hesaplar da bu amacı güdüyor. insanlar birbiriyle paylaştığı, afedersin doğrusu birbirlerinin gözlerine soktuğu yaşamında bulunan bu arzu nesnelerini gösteriyor birbirlerine, koca bir reklam yaşantısı dönüyor sonuç olarak.
oyunu kuralına göre oynuyor herkes yani.
uzattığım okulumda son bir süredir bu tür bir zihniyeti güttüğümü fark ettim. gerçekten çalışmaktan günah işlemekten kaçınır gibi kaçınıyorsa bir insan, büyük bir sıkıntı vardır ortada. düşünsenize, beyin denilen organ teknik olarak rölantide çalışabilen bir şey değil. eğer odaklanmazsanız kendisi bir şekilde düşüncelere dalıyor otomatik olarak. onu kullanmazsanız kullanılmayan kasların eridiği gibi eriyip gidiyor. hayatta her şeyin daha verimli ve kolay bir yolunu bulmayı başarabilen bir organ bu ve sekiz milyar insanda da değişik değişik, farklı alanlara yatkın beyinler var.
ve bu kadar farklı bireyler olan bizlerin ortak bir derdi var: bugünlerde kendimizi gelişmemiz öngörülen alanda gelişmeye zorlarken buluyoruz. kendimizi "daha ilginç" işlerle uğraşırken buluyoruz mesela. sınav haftası geçene kadar oturup şaheser nitelikte çizimler yapan, yazılar yazan arkadaşlarım vardı her zaman. sonra sınav sonuçları canını sıksa da o hafta sınav baskısı altında yaptığı iş dillere destan nitelikteydi. sonra alakasız bir bölümü kazandıktan sonra o çizimleri yapıp yazıları yazmaya hiç zaman bulamadı belki de. sınava girip tercihlerini yaparken aklında sevdiği, ilgilendiği alan yok elbette. orası baştan faul. bu toplumda sabit gelir düşünülebilir tek seçenek çünkü.
bu yüzden üniversitede istediği bölümde olmadığı için ders çalışmaktan kaçınan insanlar gibi garip bir durum ülkemizde aşırı yaygındır. Çocukları ilgi alanlarına yönlendirmek yerine herkesin "eksiklik"lerini kapatarak tek bir mükemmel kalıba göre öğrenci yetiştirmeye çalışıyoruz. eksikliklere odaklanırsan iyi yönlerinle yakalayabileceğin fırsatlar elinden kayar gider doğal olarak. eğitim sistemi bize bunu yapıyor. neden? çünkü modeli geçmiş, miadını doldurmuş bir eğitim sistemini kullanıyoruz. fabrika işçisini, mükemmel devlet memurunu yetiştiren eğitim sistemi uzun bir süredir tüm ülkelerin işine yarayan sistemdi çünkü sanayileşme devrinde yönergelere kusursuz bir şekilde uyabilen, yeterli genel kültürü ve alanında teknik birikimi olan bireyler bir ülke için çok değerli olan "iş gücü"nü oluşturuyordu.
devir çok değişti. artık robotlar ve sanayi 4.0 denilen kavramı emin çapa senelerdir anlatmaktan bıktı, herkes bu değişimin ne olduğunu ezberledi ama nedense bunu biz uygulamaya koyamadık. şimdi ise eski model eğitim sistemimizin gelip geçen sayısız milli eğitim bakanı tarafından defalarca yamalanmış versiyonu ile baş başayız ve bu sistem, içinden mükemmel bir şekilde geçen bir öğrenciyi bir üniversitede ders veren bir profesör yapabilir ancak. diğer alanlar için her zaman veremediği, eksik kalan bir şeyler olacak. bir akademisyen adayı olarak dikkat çekmek istediğim nokta bu: toplumumuzun akademsiyenden başka her şeye ihtiyacı var. ortalık üniversite mezunu ve yüksek lisans öğrencisi kaynıyor. bu akademik enflasyon ortamında benim alacağım lisans diplomasının veya yüksek lisans derecesinin bir önemi kalmadı. devam etmek zorundayım, ta ki yaşamımın ileri dönemlerinde bir profesör olana kadar. üstelik bu yolda yıllarını vermek ve bu yaşam biçimi benimsemek tamamıyla içime siniyor mu bundan bile emin değilim.
ders çalışmak günahtır, katılıyorum. yapmamız gereken şey çocuklarımızı artık kolaylıkla tahmin edemediğimiz bir geleceğe hazırlamak olmalı. büyüme, gelişme eylemini en başından bir angaryaya dönüştürerek çocukların kendilerini yıpratmalarını sağlıyor, en güzel ve önemli yıllarını heba etmelerine seyirci kalıyoruz. çocukları en başından ilgi duydukları ve yatkın oldukları alanlara yönlendirip çalıştırmalıyız ancak gelir dağılımındaki uçurum bu şekilde kaldığı sürece aileler çocuklarını doktor, mühendis ya da avukat yapmak için dershanelere (evet, kapatılmaları yönünde karar çıkan ama kapanmayan şu dershanelere) elindekini avucundakini vermeye devam edecek. üstelik her zaman olduğu gibi önümüzdeki 30-40 yıl içerisinde de ön plana çıkacak meslekleri tam olarak kestirmek mümkün değilken bunları yapacaklar. yapay zekâ trenini çoktan kaçırdık bu yüzden, çocuklarımız elin japonu, amerikalısı gibi bir fikrin peşine düşüp bilgisayar çağının başlangıcında olduğu gibi ticari atılımlar yapmak yerine devlet memuru olup "kendini garantiye aldı". "salla başı al maaşı" vizyonerliğiyle çözülebilir bir sorun değil bu ne yazık ki. insanların el ele tutuşup birlik olup eğitim sistemini kökünden değiştirmesi ve hayatın bayram olması falan lazım. ütopik.
biliyorum ki bu yazıyı okuyorsanız bu ülkede bu şartlar altında bir yere kadar gelmiş bir insansınızdır. yaşınız fark etmeksizin içinde olduğunuz durumu bir düşünmenizi istiyorum, özellikle ders çalışmak size ızdırap veriyorsa. kendimizi kurtarmamız için fazla bir zamanınız yok. iki seçenek var: alanını sevmeyi öğrenmek ya da alanını terk edip derhal sevdiği alan ile ilgilenilebilecek bir yaşam tarzını bulmak. derler ya, "sevdiği işi yapan ömrü boyunca çalışmaz" diye.
konu ile ilgili vereceğim link, sir ken robinson'ın yaptığı ve gelmiş geçmiş en popüler ted konuşması olan "okullar yaratıcılığı öldürüyor mu?" başlıklı konuşma. birçok dilde altyazısı var, zamanınızı ayırıp dinleyin.
https://www.ted.com/talks/ken_robinson_says_schools_kill_creativity?language=en
ve bu kadar farklı bireyler olan bizlerin ortak bir derdi var: bugünlerde kendimizi gelişmemiz öngörülen alanda gelişmeye zorlarken buluyoruz. kendimizi "daha ilginç" işlerle uğraşırken buluyoruz mesela. sınav haftası geçene kadar oturup şaheser nitelikte çizimler yapan, yazılar yazan arkadaşlarım vardı her zaman. sonra sınav sonuçları canını sıksa da o hafta sınav baskısı altında yaptığı iş dillere destan nitelikteydi. sonra alakasız bir bölümü kazandıktan sonra o çizimleri yapıp yazıları yazmaya hiç zaman bulamadı belki de. sınava girip tercihlerini yaparken aklında sevdiği, ilgilendiği alan yok elbette. orası baştan faul. bu toplumda sabit gelir düşünülebilir tek seçenek çünkü.
bu yüzden üniversitede istediği bölümde olmadığı için ders çalışmaktan kaçınan insanlar gibi garip bir durum ülkemizde aşırı yaygındır. Çocukları ilgi alanlarına yönlendirmek yerine herkesin "eksiklik"lerini kapatarak tek bir mükemmel kalıba göre öğrenci yetiştirmeye çalışıyoruz. eksikliklere odaklanırsan iyi yönlerinle yakalayabileceğin fırsatlar elinden kayar gider doğal olarak. eğitim sistemi bize bunu yapıyor. neden? çünkü modeli geçmiş, miadını doldurmuş bir eğitim sistemini kullanıyoruz. fabrika işçisini, mükemmel devlet memurunu yetiştiren eğitim sistemi uzun bir süredir tüm ülkelerin işine yarayan sistemdi çünkü sanayileşme devrinde yönergelere kusursuz bir şekilde uyabilen, yeterli genel kültürü ve alanında teknik birikimi olan bireyler bir ülke için çok değerli olan "iş gücü"nü oluşturuyordu.
devir çok değişti. artık robotlar ve sanayi 4.0 denilen kavramı emin çapa senelerdir anlatmaktan bıktı, herkes bu değişimin ne olduğunu ezberledi ama nedense bunu biz uygulamaya koyamadık. şimdi ise eski model eğitim sistemimizin gelip geçen sayısız milli eğitim bakanı tarafından defalarca yamalanmış versiyonu ile baş başayız ve bu sistem, içinden mükemmel bir şekilde geçen bir öğrenciyi bir üniversitede ders veren bir profesör yapabilir ancak. diğer alanlar için her zaman veremediği, eksik kalan bir şeyler olacak. bir akademisyen adayı olarak dikkat çekmek istediğim nokta bu: toplumumuzun akademsiyenden başka her şeye ihtiyacı var. ortalık üniversite mezunu ve yüksek lisans öğrencisi kaynıyor. bu akademik enflasyon ortamında benim alacağım lisans diplomasının veya yüksek lisans derecesinin bir önemi kalmadı. devam etmek zorundayım, ta ki yaşamımın ileri dönemlerinde bir profesör olana kadar. üstelik bu yolda yıllarını vermek ve bu yaşam biçimi benimsemek tamamıyla içime siniyor mu bundan bile emin değilim.
ders çalışmak günahtır, katılıyorum. yapmamız gereken şey çocuklarımızı artık kolaylıkla tahmin edemediğimiz bir geleceğe hazırlamak olmalı. büyüme, gelişme eylemini en başından bir angaryaya dönüştürerek çocukların kendilerini yıpratmalarını sağlıyor, en güzel ve önemli yıllarını heba etmelerine seyirci kalıyoruz. çocukları en başından ilgi duydukları ve yatkın oldukları alanlara yönlendirip çalıştırmalıyız ancak gelir dağılımındaki uçurum bu şekilde kaldığı sürece aileler çocuklarını doktor, mühendis ya da avukat yapmak için dershanelere (evet, kapatılmaları yönünde karar çıkan ama kapanmayan şu dershanelere) elindekini avucundakini vermeye devam edecek. üstelik her zaman olduğu gibi önümüzdeki 30-40 yıl içerisinde de ön plana çıkacak meslekleri tam olarak kestirmek mümkün değilken bunları yapacaklar. yapay zekâ trenini çoktan kaçırdık bu yüzden, çocuklarımız elin japonu, amerikalısı gibi bir fikrin peşine düşüp bilgisayar çağının başlangıcında olduğu gibi ticari atılımlar yapmak yerine devlet memuru olup "kendini garantiye aldı". "salla başı al maaşı" vizyonerliğiyle çözülebilir bir sorun değil bu ne yazık ki. insanların el ele tutuşup birlik olup eğitim sistemini kökünden değiştirmesi ve hayatın bayram olması falan lazım. ütopik.
biliyorum ki bu yazıyı okuyorsanız bu ülkede bu şartlar altında bir yere kadar gelmiş bir insansınızdır. yaşınız fark etmeksizin içinde olduğunuz durumu bir düşünmenizi istiyorum, özellikle ders çalışmak size ızdırap veriyorsa. kendimizi kurtarmamız için fazla bir zamanınız yok. iki seçenek var: alanını sevmeyi öğrenmek ya da alanını terk edip derhal sevdiği alan ile ilgilenilebilecek bir yaşam tarzını bulmak. derler ya, "sevdiği işi yapan ömrü boyunca çalışmaz" diye.
konu ile ilgili vereceğim link, sir ken robinson'ın yaptığı ve gelmiş geçmiş en popüler ted konuşması olan "okullar yaratıcılığı öldürüyor mu?" başlıklı konuşma. birçok dilde altyazısı var, zamanınızı ayırıp dinleyin.
https://www.ted.com/talks/ken_robinson_says_schools_kill_creativity?language=en
Şehir dışı öğrencilik denilen mevzuya bir sene katlanabildim bunun gibi sebeplerle. Anadolu'nun ücra bir köşesine yolu düşenlere kutsal olan her şeyin yardımını diliyorum. Zor iş, çok zor bu şartlarda yaşamak. Doğrusu bu maddeleri okuduktan sonra buna yaşamak denilemeyeceğini düşünmeye başladım. Olsa olsa "hayatta kalmak" denilebilir.
İstanbul çok mu farklı? Hayır, paran olmazsa orası da tıpatıp aynı terane. Paran varsa bu maddelerin yapılabileceği üç büyük şehirden birisi sadece İstanbul.
İstanbul çok mu farklı? Hayır, paran olmazsa orası da tıpatıp aynı terane. Paran varsa bu maddelerin yapılabileceği üç büyük şehirden birisi sadece İstanbul.
yıllardır yanıp yakılarak çevremdeki tüm insanlara -bazen kafayı yersem kedilere de- anlatmaya çalıştığım bir durum bu. dünyanın en yavaş internetini en yüksek fiyatlardan kullanıyoruz çünkü başımızda tekel denilen bir lanet var. ülkenin altyapısı türk telekom denilen gudubet firmaya ait. ne yaparsanız yapın, bu yenilenmeyen ve bakımsız bakır tel yumağına mahkumsunuz bu ülkede. turkcell ve vodafone ise mevcut altyapının para ödeyerek aldığı kısmı üzerinde daha farklı müşteri memnuniyeti deneyimi yaşatıyor olabilirler ancak bu da haliyle fiyatlara yansıyor ve türk telekom'a ülkenin büyük kısmı el mahkum abone oluyor. bu durum karşısında abd'nin bazı eyaletlerinde rakip baskısıyla karşılaşmayan comcast gibi müşteriye istediği tavrı çeken, çoğu bölgede istediği gibi at koşturan ve her ay istediği fiyatı sizden alan bir firmayla karşı karşıya kalıyorsunuz. bu durumun acilen değişmesi gerek. müşteriler olarak el el vermeli ve tüm mağduriyetleri tek bir dosyada bu firmaya kitleyerek yüklü bir tazminat kaldırabilmeliyiz ve bu durum karşısında onlar da seve seve altyapıya yatırım yapmak zorunda kalmalılar. ancak bu dediklerim vatandaşlık bilincinde olan insanların ülkelerinde gerçekleşen ütopik senaryolar. kimse elini kımıldatmayacak. şunun şurasında ben de iki ay önce taahhüt vermeme rağmen benden 10-20 lira fazla alan bir firmanın günün alakasız vakitlerde beni aramasına ve ben bu çağrıları yanıtlamayınca çektikleri "yüksek faturalarla karşılaşmamak için telefonlarımıza yanıt verin" gibi tehditvari kısa mesajlarına karşı bir harekete geçmedim, uğraşamıyorum çünkü. bütün isyankâr mahkeme planlarını da yine onların altyapısı aracılığıyla bu siteye ulaştırabiliyorum. kimi kime şikayet etmeyi planlıyorsam? trajikomik...
Sözlüğe yakışır, güzel bir çekiliş olmuş. Sözlüğe ibraz edilen isimle aynı isme sahip hesapla katılma zorunluluğu bazı kullanıcıları zorlayabilir ancak onun dışında hediyeler gayet güzel. Steam cüzdan kodlarına hayır diyebileceğim bir gün yok (づ ̄ 3 ̄)づ
Çekilişin Instagram üzerinden yapılıyor olması da elbette platformun popülaritesine ve çoğu Instagram çekilişi servisinin çekiliş işlemini bir tık kolaylığında yapma vaadine bağlı. Kolay ve erişilebilir, daha uygun bir alternatifi yok maalesef. Ayrıca bir sosyal mecra üzerinden çekilişi yapmak yeni kişileri de buraya yönlendirmeye yardımcı olabilir elbette.
Çekilişin Instagram üzerinden yapılıyor olması da elbette platformun popülaritesine ve çoğu Instagram çekilişi servisinin çekiliş işlemini bir tık kolaylığında yapma vaadine bağlı. Kolay ve erişilebilir, daha uygun bir alternatifi yok maalesef. Ayrıca bir sosyal mecra üzerinden çekilişi yapmak yeni kişileri de buraya yönlendirmeye yardımcı olabilir elbette.
Söylenildiği gibi, Facebook'un genç kitlesini Instagram'a transfer etmesinin sonucudur. Ancak Facebook'a kıyasla Instagram hiçbir zaman zengin içeriklerin paylaşılabileceği bir sosyal platform olamadı. Sadece bir alışveriş ve reklam ağı olarak ana şirketine para getiriyor. Bol bol para.
Durum böyleyken direnmekte fayda var mıdır, ben bunun da tartışılır olduğunu söylüyorum. Evet, herkes teknik olarak hâlâ Facebook'ta ve etkinlik planlama konusunda oradan daha kullanışlı bir platform yok. Ancak bu durum hedef kitleyi orada bulamayacağımız gerçeğini değiştirmiyor. Peki nerede bu kadar insan?
Ülkemizde gündem Twitter üzerinden dönüyor çünkü microblogging şahane bir şey. Ayrıca animeci ve oyuncu olmak iç içe olgular. Bu alt kültüre ait 12'lik veletten 30'luk yetişkine kadar çoğu potansiyel otta, discord sunucularında takılıyor çünkü Discord sunucuları bu alt kültüre ait bireyler için en uygun ve kaliteli iletişim ağı. Eforu bu mecralara sarf etmek tek şans bence.
Durum böyleyken direnmekte fayda var mıdır, ben bunun da tartışılır olduğunu söylüyorum. Evet, herkes teknik olarak hâlâ Facebook'ta ve etkinlik planlama konusunda oradan daha kullanışlı bir platform yok. Ancak bu durum hedef kitleyi orada bulamayacağımız gerçeğini değiştirmiyor. Peki nerede bu kadar insan?
Ülkemizde gündem Twitter üzerinden dönüyor çünkü microblogging şahane bir şey. Ayrıca animeci ve oyuncu olmak iç içe olgular. Bu alt kültüre ait 12'lik veletten 30'luk yetişkine kadar çoğu potansiyel otta, discord sunucularında takılıyor çünkü Discord sunucuları bu alt kültüre ait bireyler için en uygun ve kaliteli iletişim ağı. Eforu bu mecralara sarf etmek tek şans bence.

otakuturk.net/foto
Japonya çapında iş gören ve japon illüstratörlerin ve mangakaların çizimlerini ve hikayelerini paylaştığı sitedir. Japonya odaklı olduğu için yabancı dil dostu değildir pek, birçok dilde arayüz sunsa da mevcut içeriğin tamamına yakını japonca orijinal haliyle görücüye çıkar. Japonca bilginiz iyiyse eşsiz kaynaktır bu sebeple. Direkt olarak Japon çizerlere erişme imkânınız olur, deviantart'a göre ortalama sanat kalitesi epey yüksektir ve japonya'dan çıkan sevdiğiniz hikayelere ait yine japonya'dan çıkan doujinshi'lere ilk ulaşan siz olursunuz. Japonca bilmiyorsanız da gözünüzün gönlünüzün açılacağı birçok sanat eseri bulunuyor olması bu platformu en az batılı ikizi deviantart kadar cazip kılıyor.
http://www.pixiv.net/ adresinden ulaşılabilir. http://dic.pixiv.net/ adresi de bu siteye ait ansiklopedik katalog görevi görüyor, bir nevi wiki. http://en.dic.pixiv.net/ bu da söz konusu wiki'nin ingilizce versiyonu.
2019 Ragbi dünya kupası nedeniyle bugün Google tarafından anasayfalarımıza düşmüş olan spor dalı. Yamulmuyorsam şanlı Japonya'mız Rusya karşısına bugün Tsi 13:45'te çıkacak.
https://g.co/doodle/7hwba
https://g.co/doodle/7hwba
Ben: yarın erken kalkmam lazım
Beynimdeki son nöron:
Beynimdeki son nöron:

otakuturk.net/foto
canımız dostumuz güney koremizin başkenti. 605 kilometrekare alana yayılan bu şehrin nüfusu 10 milyona yaklaşmıştır fakat bizim büyükşehirlerimizin aksine şehirleşme açısından çok daha iyi bir yol izleyerek çoluk çocuk, yaşlı-genç herkesin ilgi alanları ne olursa olsun bir arada bulunabildiği bir şehir olarak gelişmeyi başarmıştır. şehrin içinde yeşile özlem çekerseniz uzaklara gitmeye de ihtiyacınız olmuyor, şehrin içerisinden geçen su kanallarının yanında kamp yapıldığını gördüm. Giden arkadaşlarım da öve öve bitiremedi.
Üstelik Seul hakkında Brandon Li tarafından çekilmiş ve hazırlanmış bir video da bu şehir hakkında yapılmış şahane bir çalışma bence. (Türkiye'ye gelse de öyle bir tanıtım çekse keşke dedim ama kendisi bunu halihazırda yapmış ve aynı üslubu kullanmamış kesinlikle. Kendisine kızabilirsiniz bile ortaya koyduğu perspektif nedeniyle)
karşınızda seoul_wave:
Nasıl üretildiği hakkında bilgi edinmek istiyorsanız ve az biraz İngilizce bilginiz varsa şu videoyu izleyerek aslında bir sezonluk animasyon prodüksüyonunun ne kadar zahmetli, çetrefilli ve karmaşık bir iş olabileceğini kestirebilirsiniz:
kadınlara yönelik bir sorunsal başlığını erkek meclisine çevirmeyi hiç istemiyorum ama bu konu hakkında söylemek istediğim birkaç şey var.
tehlikeli bir soru bence bu. çünkü benim de aklıma takılırdı arada, sonra dedim ki empati kurayım, doğru soruları sorayım ki bir miktar da olsa anlayabileyim bu durumu. örneğin, yuri nasıl bir genre bana göre? merakımı gidermek için birkaç shoujo ai ve yuri mangasına göz attım.
dipsiz bir kuyu gibi, okudukça okuyor ve izledikçe izliyorum help
İtirafım bir yana anladığım kadarıyla -ve bu düşüncelerin karşı cinste de benzer bir temelde olduğunu varsayarak söylüyorum bunu- bir insanın belirli bir ilişki türüne ilgi duyması için olayın kendisini de içine alması şart değil. Ayrıca yaoi izleyen/okuyan kadın için bu hikayeler "güvenli bölge" denilen durumu oluşturuyor. Eğer bir kadın olarak içerisinde bir kadının olduğu içerikleri okur ya da izlerseniz hikâyedeki kadının yerine kendinizi koyma eğiliminde olacaksınız. Yaoi'de bu durum geçerli değil ve okuyucular/izleyiciler bu durumu çoğunlukla arıyor. Bir başka sebep de yaoi türünde ilişkinin "seme " ve "uke" şeklinde iki tarafı oluyor, bu da denk olmayan iki kişinin paylaştığı ilişkinin çok boyutlu olmasının önünü açıyor ve potansiyel bir senaryo zenginliğinin ortaya çıkmasını sağlıyor. Bu sayede senaryo da kontrollü bir şekilde ilerliyor zira ilişkinin bir tarafındaki erkek diğerine yön veriyor, onu koruyor ya da agresif taraf olarak hikayenin temposunu zaman zaman yükseltebiliyor. bu da yaoisever kadınların çoğunun kendilerini "seme" ile özdeşleştirme eğiliminde olduğu anlamına gelebilir. Gerçek hayatta heteroseksüel ilişkilerde kadınların edilgen taraf olmasının norm olarak kabul edilmesi bence bunun esas nedeni.
Bu konu hakkında sorunsaldaki özne olmadan söyleyebileceğim şeyler bunlarla sınırlı. Ben de bu sorunsalın cevabını aradım biraz bugün, bu sorunsala cevap veren çoğu kadının öne sürdüğü sebepler "bu türün kadınlara yönelik olarak hazırlandığı" ve "yaoi'nin ilişkinin duygusal yönlerini de öne çıkarması" şeklinde. aslında kadınların büyük bir kısmı fujoshi değil ve homoseksüel ilişkiyi ele alan eserlere ellerini sürmeyen hatrı sayılır bir kesim de var. Ancak anime altkültüründe fujoshi olmak kadınların sıklıkla yaptığı bir şey. mesele karmaşık, gözlemlerim de bunlar.
ünlü anime youtuberlarından olan akidearest'ın yaoi ile nasıl tanıştığını anlatan videoyu spoiler'ın içerisine bırakayım. İş için asla güvenli linkler değil, güvenli bir yerlerde açın bu sayfaları:
tehlikeli bir soru bence bu. çünkü benim de aklıma takılırdı arada, sonra dedim ki empati kurayım, doğru soruları sorayım ki bir miktar da olsa anlayabileyim bu durumu. örneğin, yuri nasıl bir genre bana göre? merakımı gidermek için birkaç shoujo ai ve yuri mangasına göz attım.
dipsiz bir kuyu gibi, okudukça okuyor ve izledikçe izliyorum help
İtirafım bir yana anladığım kadarıyla -ve bu düşüncelerin karşı cinste de benzer bir temelde olduğunu varsayarak söylüyorum bunu- bir insanın belirli bir ilişki türüne ilgi duyması için olayın kendisini de içine alması şart değil. Ayrıca yaoi izleyen/okuyan kadın için bu hikayeler "güvenli bölge" denilen durumu oluşturuyor. Eğer bir kadın olarak içerisinde bir kadının olduğu içerikleri okur ya da izlerseniz hikâyedeki kadının yerine kendinizi koyma eğiliminde olacaksınız. Yaoi'de bu durum geçerli değil ve okuyucular/izleyiciler bu durumu çoğunlukla arıyor. Bir başka sebep de yaoi türünde ilişkinin "seme " ve "uke" şeklinde iki tarafı oluyor, bu da denk olmayan iki kişinin paylaştığı ilişkinin çok boyutlu olmasının önünü açıyor ve potansiyel bir senaryo zenginliğinin ortaya çıkmasını sağlıyor. Bu sayede senaryo da kontrollü bir şekilde ilerliyor zira ilişkinin bir tarafındaki erkek diğerine yön veriyor, onu koruyor ya da agresif taraf olarak hikayenin temposunu zaman zaman yükseltebiliyor. bu da yaoisever kadınların çoğunun kendilerini "seme" ile özdeşleştirme eğiliminde olduğu anlamına gelebilir. Gerçek hayatta heteroseksüel ilişkilerde kadınların edilgen taraf olmasının norm olarak kabul edilmesi bence bunun esas nedeni.
Bu konu hakkında sorunsaldaki özne olmadan söyleyebileceğim şeyler bunlarla sınırlı. Ben de bu sorunsalın cevabını aradım biraz bugün, bu sorunsala cevap veren çoğu kadının öne sürdüğü sebepler "bu türün kadınlara yönelik olarak hazırlandığı" ve "yaoi'nin ilişkinin duygusal yönlerini de öne çıkarması" şeklinde. aslında kadınların büyük bir kısmı fujoshi değil ve homoseksüel ilişkiyi ele alan eserlere ellerini sürmeyen hatrı sayılır bir kesim de var. Ancak anime altkültüründe fujoshi olmak kadınların sıklıkla yaptığı bir şey. mesele karmaşık, gözlemlerim de bunlar.
ünlü anime youtuberlarından olan akidearest'ın yaoi ile nasıl tanıştığını anlatan videoyu spoiler'ın içerisine bırakayım. İş için asla güvenli linkler değil, güvenli bir yerlerde açın bu sayfaları:

otakuturk.net/foto
Türk YouTube'unun en başarılı isimleri arasında bulunan profesyonel bir hikaye anlatıcısı. yakından tanıdığım birisidir. kendisi cnn için belgesel çekiyordu eskiden, afrika'daki anıları vs. websitesinde bulunabilir. bir ara adobe'un Türkiye operasyonlarında da çalışmıştı, bu sebeple grafik ve video işlerinde şahane bir birikimi var kendisinin.
kendisi çok başarılı videolar çekedursun, takipçilerinin %90 ilgi manyağı çocuk kitlesinden oluşmasının ceremesini videolarının yorum kısımlarında çekmeye devam etmektedir. videosuna yapılan yorumlar konu ile ilgisiz olarak çocukların barış abilerine sırf yorumlarına kalp atsın diye yazdıkları boş övgü sözlerinden oluşmakta ve "beğeninde üstte kalsın/barış abi görsün" gibi yorumlar kendi videolarının güzel bir tartışma ortamından mahrum kalmasını sağlamakta. gül gibi videolar çıkıyor her hafta ve üzerine yapıcı bir tartışmanın döndüğü yok, ne kadar "yazık oldu" desem de durumun vehametini anlatmaya yetmiyor.
adamın adına subreddit kurup moderasyon işine girişesim var. bu günlerde veletler okullarındayken adamın videolarının altında o hak edilmiş dolu dolu tartışma ortamı birkaç saatliğine de olsa var olabilecek diye umuyorum. tabii "okuldan izleyen tek ben miyim arkadaşlar siz de öyle yapıyorsanız beyenin" şeklindeki birkaç yorumu atlamamak gerek. onlar kaçınılmaz.
yutub kanalı:
https://www.youtube.com/channel/UCv6jcPwFujuTIwFQ11jt1Yw
barış özcan tarafından da dikkate alınarak yeni bir videoda işlenmiştir:
Aynı zamanda M.U.G.E.N şeklindeki kısaltması, Elecbyte tarafından tasarlanan ücretsiz bir 2D dövüş oyunu motoruna verilen isimdir. oyunun içeriği topluluk tarafından oluşturulduğu için ve hem orijinal hem de anime, manga ve çizgi roman gibi popüler kurgudan oluşan binlerce karakter bu oyunda yer alıyor. Aklınıza gelebilecek tüm karakterleri koyuyorlar, ciddiyim. Ronald McDonald ve Michael Jackson'ın kavga ettiği sahneler var. C ile yazılan ve başlangıçta Allegro kütüphanesi kullanılarak inşa edilen motorun en yeni sürümleri artık SDL kütüphanesini kullanıyor, geliştirme sürecine katılmak isteyenlere duyurulur.

otakuturk.net/foto

otakuturk.net/foto

otakuturk.net/foto

otakuturk.net/foto
yeni sözlük bünyesinde bulunan ve sağ üstteki butona tıkladığınızda açılan listeden "tematik moduna geç" seçeneğine tıklayarak başlayabileceğiniz bir çalışma türü. bu noktadan sonra yazdığınız her bir entry birbiri ile bağlantılı kabul ediliyor ve siz çalışmayı tamamlayana kadar yayına açılmıyor. ardından çalışmanızı tamamladığınız gibi (bunu tekrar sağ üst taraftaki menüden "tematik moddan çık" seçeneğini seçerek yapıyorsunuz) yazdığınız başlıklar tümden sol frame'e diziliyor.
bu, sözlük adına belirli avantajları ve dezavantajları olan bir durum. öncelikle sol frame üzerinde tüm başlıklar ardı ardına dizildiği için sizin çalıştığınız tema (örn. bir animenin tüm karakterleri, bir kategoriye ait animeler, kızıl saçlı anime karakterleri, ana karakterin öldüğü mangalar vs.) ile ilgilenmeyen kişiler sizin temanıza ait tüm başlıkları blok olarak görüyor ve bu da keyif kaçırabilen bir durum oluyor.
doğrusunu isterseniz sözlüğün yeni kurulmuş olması, bu durumu ciddi bir hale getirmiyor. belirli bir konu ve tema hakkında derin bir bilgiye sahip kişilerin tematik çalışma yapması sözlüğe birçok önemli bilgiyi kazandırabilir bence.
tematik çalışma yapmak diğer sözlüklerde çoğunlukla değilinildiği gibi başka bir sitede bulunan tüm verileri sözlüğe kopyalamak demek de değil. onun yerine sitenin linkini alalım, o sitede istediğimiz bilgiye erişiriz ve "bugün" butonu da işlevsel olarak kalır.
artıları ve eksileri değerlendirilerek yapılmalı ve tematik giri sayısı abartılmamalı kanımca. onun dışında bu sözlüğü bir konuda tamamıyla aydınlatmak için biçilmiş kaftan çünkü sözlükte belirli bir temanın işlendiğini gören diğer yazarlar da tematik moda girerek belirli bir konuda sözlüğün açığını doldurmakta yardımcı olabilir. uzun lafın kısası bir sözlüğü kutsal bilgi kaynağı yapabileceği gibi sözlüğün keyfini de kaçırabilecek bir işlevdir.
bu, sözlük adına belirli avantajları ve dezavantajları olan bir durum. öncelikle sol frame üzerinde tüm başlıklar ardı ardına dizildiği için sizin çalıştığınız tema (örn. bir animenin tüm karakterleri, bir kategoriye ait animeler, kızıl saçlı anime karakterleri, ana karakterin öldüğü mangalar vs.) ile ilgilenmeyen kişiler sizin temanıza ait tüm başlıkları blok olarak görüyor ve bu da keyif kaçırabilen bir durum oluyor.
doğrusunu isterseniz sözlüğün yeni kurulmuş olması, bu durumu ciddi bir hale getirmiyor. belirli bir konu ve tema hakkında derin bir bilgiye sahip kişilerin tematik çalışma yapması sözlüğe birçok önemli bilgiyi kazandırabilir bence.
tematik çalışma yapmak diğer sözlüklerde çoğunlukla değilinildiği gibi başka bir sitede bulunan tüm verileri sözlüğe kopyalamak demek de değil. onun yerine sitenin linkini alalım, o sitede istediğimiz bilgiye erişiriz ve "bugün" butonu da işlevsel olarak kalır.
artıları ve eksileri değerlendirilerek yapılmalı ve tematik giri sayısı abartılmamalı kanımca. onun dışında bu sözlüğü bir konuda tamamıyla aydınlatmak için biçilmiş kaftan çünkü sözlükte belirli bir temanın işlendiğini gören diğer yazarlar da tematik moda girerek belirli bir konuda sözlüğün açığını doldurmakta yardımcı olabilir. uzun lafın kısası bir sözlüğü kutsal bilgi kaynağı yapabileceği gibi sözlüğün keyfini de kaçırabilecek bir işlevdir.
az önce instela'ya bakıp klavye kısayolu aradım bkz, gizli bkz ve akıllı bkz gibi butonlarına sürekli tıklamak zorunda kalmamak adına. üzüntüyle belirtmem gerekiyor ki sözlükspot'ta da kullandığımız ve instela üzerinde de çalışan markdown komutları burada çalışmıyor. köşeli parantez ibarelerini de kolaylıkla yazamadığımız için butonları fareyle kullanmak durumundayız. pek pratik değil ama yapacak bir şey de yok gibi. aşağıdaki spoiler'a hazırladığım -ve hiçbir işe yaramayan- rehberi koydum, görebildiğiniz üzere bahsettiğim kodların hiçbiri çalışmadığı için metin üzerinde de çalışan bir link oluşmamış.

otakuturk.net/foto
japonya'da popüler, niş bir roman türü olan light novel'lar, isminden de anlaşılabileceği gibi ortaokul ve lise yıllarındaki insanlara yönelik olan ve klasiklere kıyasla hafif içeriklere sahip olan roman türü. Japonya'da "ranobe" derseniz anlarlar, batılılar ise ifade olarak "ln" şeklinde kısaltırlar bu romanlardan bahsederken. Türkçe'ye "hafif roman" olarak çevrilebilse de Japonya kökenli bu roman türü bu diyarlarda da ingilizce adıyla tanınmış ve anılmıştır.

otakuturk.net/foto
Hafif romanlar, birçok manga ve anime adaptasyonunun kökeni konumundadır çünkü birçok kaliteli anime ve manga senaryosu cinali'den daha karmaşık bir çizim yapamayan kişilerin ellerinden çıkabilmektedir. Yine de çoğu light novel, yazarının karakterleri nasıl tasarladığı konusunda bizi aydınlatan kapak görselleri ve ve kitap içi tasarımlarıyla yayınlanır.
oyunculuk vb. performans sanatlarında karakterin kendi kendisine dile getirdiği replikler bütünü, bir diğer deyişle bir metni tek kişinin mimik ve jestleriyle canlandırması. oyunculukta yeri büyüktür ancak gerçek hayatta bu topraklarda "kendi kendine konuşana deli derler" gibi klişe bir anlayışla karşılanır bu durum. aslında çoğu kişinin gerçek hayatta da girdiği bir olaydır, akıl sağlığı ile ilgili bir soruna işaret ettiğini düşünmüyorum.
yahari ore no seishun love come wa machigatteiru serisinin ikinci sezonu olan yahari ore no seishun love come wa machigatteiru zoku'da boy gösteren karakterlerden biri.

otakuturk.net/foto
öncelikle ansiklopedik bilgilerin üzerinden geçeyim: kendisi serinin ikinci sezonunda gerçekleşen olaylar sırasında 16 yaşında bir lise öğrencisi, doğum günü de 16 nisan. zodyak meraklıları için ekleyeyim, kendisi koç burcu. okulun futbol kulübünün menajerliğini yapıyor kendisi.
çoğu zaman aklı beş karış havada davranışları ile "masum kız" imajı çizen iroha, aslında göründüğünden çok ama çok daha akıllı bir karakter. sosyal ilişkilerinde oldukça içten pazarlıklı olan iroha'nın bu yüzünü sadece hikigaya hachiman ve hayato hayama görebiliyor. geri kalan kimsenin bu durumdan bir haberi yok. aslında hachiman'ın kız versiyonu olarak görebiliriz, sosyal imaj konusu hariç olarak tabii. uzun lafın kısası kafasında kırk tilki dönen bu karakter bence serinin best girl'üdür, eleştirilmek için aşırı kıymetlidir <3

otakuturk.net/foto
öncelikle ansiklopedik bilgilerin üzerinden geçeyim: kendisi serinin ikinci sezonunda gerçekleşen olaylar sırasında 16 yaşında bir lise öğrencisi, doğum günü de 16 nisan. zodyak meraklıları için ekleyeyim, kendisi koç burcu. okulun futbol kulübünün menajerliğini yapıyor kendisi.
çoğu zaman aklı beş karış havada davranışları ile "masum kız" imajı çizen iroha, aslında göründüğünden çok ama çok daha akıllı bir karakter. sosyal ilişkilerinde oldukça içten pazarlıklı olan iroha'nın bu yüzünü sadece hikigaya hachiman ve hayato hayama görebiliyor. geri kalan kimsenin bu durumdan bir haberi yok. aslında hachiman'ın kız versiyonu olarak görebiliriz, sosyal imaj konusu hariç olarak tabii. uzun lafın kısası kafasında kırk tilki dönen bu karakter bence serinin best girl'üdür, eleştirilmek için aşırı kıymetlidir <3