confessions

boyblue

➤ - birinci nesil otta

  1. toplam giri 550
  2. takipçi 0
  3. puan 3923

supermarine spitfire

boyblue

otakuturk.net/foto
İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri'ne ait ilk yekpare metal tasarımlı ve tek pilotlu avcı uçağı. 1938'de hizmete girdi ve bütün II. Dünya Savaşı boyunca Kraliyet Hava Kuvvetlerine hizmet etti. 1950'lere kadar Kraliyet Hava Kuvvetleri tarafından kullanıldı. Baş tasarımcısı R.J. Mitchell'dır.

Türkiye'ye değişik zamanlarda değişik modelleri gelen bu uçak Rolls-Royce Merlin motoruna sahip, ince ve yuvarlağımsı kanatları sayesinde çok keskin dönüşler yapabiliyor ve çok hızlı gidebiliyor. İki kademeli (kapalı, tam) kanatçıklara sahiptiler. En büyük rakibi Messerschmitt BF-109 tarafından hız, tırmanma ve dayanıklılık açısından alt edilse de çok iyi tasarımı sayesinde kazandığı manevra kabiliyeti ile üstünlük kazanmış bu uçak, İngilizlere topraklarını tekrar hediye etmiştir diyerek abartıya girebileceğimi düşünüyorum. İkinci dünya savaşında ingilizler için o denli önemliydi kanımca. Ayrıca Spitfire'ların uçak gemilerinden kalkması için tasarlanmış Seafire modeli de vardır.

Teknik Özellikleri:
Mürettebat: 1
Motor: 1 x Rolls-Royce Merlin 45M
Güç: 1,470 HP
Kanat Açıklığı: 11.23 m.
Uzunluk: 9.12 m.
Yükseklik: 3.11 m.
Azamî Hız: 600 km/saat
Uçuş Tavanı: 11,280 m.
Silah Donanımı:
4 x 7.7 mm. (.303 kalibre) Browning makinalı tüfek
2 x 20 mm. Hispano top (Kaynak: Wikipedi)

Kendisini the prodigy'nin spitfire isimli şaheser parçası ile tanıdığım bir avcı uçağı. ikinci dünya savaşı dönemi savaş uçaklarına merak sarmama sebep olmuştur zira tasarımı açısından kazandığı avantajlarla kendisinden kağıt üstünde çok daha üstün birçok avcı uçağına karşı üstün gelişini ufuk açıcı buluyorum.

pintipanda

boyblue
Kendisi ile ilk karşılaşmam geek festival avrasya'nın 2016 ayağına denk gelir.
söz aldığı panelde oyun ve yayıncılık sektörü hakkında söyledikleri ilgimi çekmişti. Çoğu Twitch yayıncısının aksine seviyeli bir çizgiye sahip olduğu için çok beğeniyorum kendisini. Yayında kendisi oyun oynarken izleyicileri kanser olur falan ama bence yayın izlemenin zevki o şekilde çıkıyor. Speedrun yapanları halihazırda izliyorum zaten ayrıca. Bırakın adam hata yapsın, yanlış yoldan gitsin, drop'u es geçsin... Geyik çıkıyor işte, rahat olun :d

zaibatsu

boyblue
Meiji dönemiyle II. Dünya Savaşının sonu arasındaki tarihi dönemde Japonya'da ekonominin önemli kısımlarını kontrol eden sanayi ve finans şirketlerini ifade eden terim. Geniş aile şirketleri gibi ama bir sektörde tekeli elinde tutan türden. Japonya'nın dört büyük zaibatsu'su Mitsubishi, Mitsui, Sumitomo ve Yasuda idi. Hükümet tarafından korunup kollanmış, ticarette ayrıcalık tanınmış, askeri alımlarda öncelik tanınmış ve vergilerden muaf tutulmuş gruplardır.

mitsubishi

boyblue

otakuturk.net/foto
Mitsubishi Group, (Japonca: 三菱グループ), Japonya merkezli şirketler grubu.

1870'te kurulan ve İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Japonya'nın işgali sırasında dağıtılan bir zaibatsu. Şirketin eski üteleri markayı ve mirası paylaşmaya devam ediyor olsa da grup şirketleri ortak kontrol altında değil ve resmi olarak bağımsız durumda.

Logosuna da yansıdığı gibi, grubun üç ana şirketi bulunmakta:

1. The Bank of Tokyo-Mitsubishi UFJ, Ltd.
2. Mitsubishi Corporation
3. Mitsubishi Heavy Industries

Grup, Japonya gayrısafi yurt içi hasılasının %10'unu oluşturmakta. (yıllık bazda 500+ milyar dolar gelir) korkutucu bir ekonomik büyüklük. Bünyesindeki şirketlerin arasında bakkallarımıza ürünleri bırakan mitsubishi canter'ları üreten mitsubishi motors da var, klima reklamlarını sıkça gördüğümüz mitsubishi electric de, fotoğraf makinesi dendiğinde akla gelen ilk üç markadan biri olan Nikon da.

mitsubishi a6m zero

boyblue

otakuturk.net/foto
Mitsubishi A6M (零式艦上戦闘機 Rei Shiki Kanjō Sentōki) (anlam: Sıfır Tipi Uçak Gemisinde Üslenen Avcı Uçağı, kısaca: Rei-Sen / 零戦, Zero-Sen / ゼロ戦, Zero / ゼロ), uçak gemileri için tasarlanmış, II. Dünya Savaşı'nda Japonlar tarafından çok etkili biçimde kullanılmış alttan tek kanatlı, tek kişilik, hafif bir avcı uçağı.
Hizmete girdiği 1940 yılının Kōki (皇紀: İmparatorluk Takvimi)'nin 2600 yılına tekabül etttiği için 2600'nun son hanesi olan 0'dan alınarak 'Rei Şiki (Sıfırıncı Tip)' diye adlandırılmıştı. Takma adı 'Zero fighter'dır. "A6M"lerin, kara üslerine konuşlandırılmış avcı uçağı, uçak gemisine konuşlandırılmış avcı uçağı, avcı bombardıman uçağı, pike bombardıman uçağı, roketlerle donatılmış saldırı uçağı, uzun erimli kamikaze uçağı, önleme uçağı ve iki kişilik eğitim uçağı gibi uyarlamaları vardır. "A6M"nin daha dar kanat açıklığı olan bir avcı uçağı uyarlaması Müttefik Kuvvetler'ce "Zeke" olarak adlandırılmıştır. Uçak gemilerinde kullanılan tipi, hangara daha rahat sokulup çıkarılmasını sağlamak amacıyla katlanabilir kanatlı yapılmıştır.

1940 ile 1945 yılları arası Japon İmparatorluk Deniz Kuvvetlerine hizmet etmişlerdir. Muhteşem manevra kabiliyetleri ve uçuş mesafesinin yüksek olması nedeniyle II. Dünya Savaşı'nın en çok üne sahip uçaklarından biri olmuştur. (Kaynak: Wikipedi)

görenlerin çoğunun kaze tachinu filmi ile tanışmış olması muhtemel japon savaş uçağıdır. İkinci dünya savaşı zamanında Çin semalarında A5M modellerinden alınan sonuçlar, Japonya hava kuvvetlerinin yeni savaş modeli uçağını 4km irtifada 270 knot (500km/s) hızda uçabilen ve 3km irtifaya 9.5 dakikada çıkabilen, uçuş gücünü iki saat boyunca koruyabilen ve ekonomik seyirde 6 ila 8 saatlik süreye çıkabilen ve bütün bunları uçağa bağlı iki adet 20mm top, iki 7.7mm makineli tüfek ve 60kg ağırlığında iki bombanın yanı sıra tam teşekküllü bir radyo iletişim setini üzerinde taşırken manevra kabiliyetini en az a5m modelleri kadar koruyabilen ve kanat açıklığı taşıyıcı gemi üzerinden kalkışın sağlanması için 12m'den kısa olan bir uçağın imal edilmesini istemesine yol açtı. Herkes bunun imkânsız olduğunu düşünürken Mitsubishi'nin baş tasarımcısı jiro horikoshi, bu gereksinimlerin karşılanabileceğini söyledi. Ancak kendisine göre bunun için tek yol, söz konusu uçağın olabildiğince hafif olmasının sağlanmasıydı. bunun için sumitomo metal industries tarafından geliştirilen ve formülü gizli tutulan bir alüminyum alaşım kullanılarak gövdesi imal edilen uçak, diğer uçaklara nazaran çok daha hafif bir gövdeye sahip olması nedeniyle manevra kabiliyeti açısından karşı koyulamaz bir seviyedeydi ancak bu, yakıt deposu dahi korunmayan bu uçakların vurulduğunda yakıt tanklarının alev alarak patlaması gibi çok büyük bir dezavantajı beraberinde getirmişti.


otakuturk.net/foto

Zamanında Amerikan donanmasına ve hava kuvvetine çok zorlu anlar yaşatan bir uçak olmayı başarmış bir modeldir kısacası. Japon mühendisliğinin bir önceliği öyle ya da böyle sağlayabileceğinin canlı kanlı kanıtı olmuştur. Mühendisliği açısından ikinci dünya savaşında İngiliz hava kuvvetlerinin meşhur Supermarine Spitfire'ından sonra en çok hayran olduğum savaş uçağı modelidir.

kaze tachinu

boyblue

otakuturk.net/foto
kaze tachinu (rüzgar yükseliyor), hayao miyazaki'nin 2013 yapımı animasyon filmidir. 1923 Büyük Kanto Depremi'nden öncesinde geçen film, Mitsubishi A6M Zero avcı uçağını tasarlayan Jirou Horikoshi'nin hayatını alternatif bir şekilde ele alıyor. Fujioka'da geçirdiği çocukluğundan beridir uçuşla ilgili düşlere dalan bu meraklı Japon mühendis, rüyalarında İtalyan havacılığının öncüsü Giovanni Battista Caproni'yi gördükten sonra aldığı ilhamla çalışır ve kanto depremi'nin, aşkın ve kaybın arasında rüyasının peşini bırakmaz. Film, çalışma azmiyle rüyaların dünyayı nasıl şekillendirebileceğini göstermekte.

Tür: Tarihi, Dram, Romantik
Süre: 126 dakika
1

barış özcan

boyblue
10 kasım üzerine çektiği videosu ile hayao miyazaki'nin kaze tachinu'sunu gündeme taşımış ve filmin ana karakteri Jirō Horikoshi'den Mustafa Kemal Atatürk'e Vecihi Hürkuş'a, Nuri Demirağ'a, Sabiha Gökçen'e çektiği çizgilerle bir ulusu kalkındıran çalışma anlayışını gözler önüne sermiş. çok duygusal bir hikâyeydi, miyazaki filmlerinin bir cahili olarak bugün yarın kesinlikle izleyeceğim söz konusu filmi. Miyazaki ilk kez kendi filminin gösteriminde gözyaşlarını tutamadığını söylüyor, kaze tachinu oldukça özel bir film olmalı.

türkçe çevirilerde çok hata var o yüzden ingilizce altyazılı izliyorum diyen izleyiciler

boyblue
hoppala, dur derhal savunmak istiyorum şu anda bu görüşü. haklılık payımız var çünkü.

şöyle ki, anime izlemek için birkaç yol var ve hiçbiri yanlış değil. animesini ispanyolca dublajla amuda kalkarak izleyene de itirazım olmaz yani, baştan söyleyeyim. ( ̄y▽, ̄)╭
ama japonya'da japonca konuşan seslendirme sanatçılarının ne dediğini anlayabilmek zorundayız, değil mi? burada iki seçenek var, japonca bilir ve direkt olarak izleyebilirsin, bu en ideali. ancak biz japonca bilmeyen faniler için çevirmenlerden faydalanmaktan başka seçenek yok. bu noktada çevirmenlerin ve teknik ekibin kalitesi çok önemli ve bu ekiplerin tek görevi biz izleyicilere anime izleme deneyimini japonca biliyormuşuzcasına aktarabilmek. bunu birileri ne kadar iyi yapabiliyorsa biz de animeden o ölçüde zevk alabiliyoruz.

sorun şu ki anime bölümlerinin kaynağı raw paylaşım grupları ve onlardan bu dosyaları ilk elden alanlar ise dev sub grupları oluyor. Japon televizyonlarına yeni bölümü düşen ya da blu-ray'i çıkan serilerin Japonca'dan İngilizce'ye saatler içerisinde dönüştürüldüğünü görüyoruz. Türkçe altyazı gruplarımızı detaylı bir şekilde bilmiyorum ama eminim ki hızlı ve kaliteli çalışma yapan gruplarımız var. Ancak onlar için başlangıç noktası bu İngilizce altyazılı bölümler oluyor çoğunlukla. Direkt olarak Japonca'dan Türkçe'ye çeviri yapan gruplarımız var mı? bilmiyorum ama yüksek bir ihtimal vermiyorum buna. bu da demek oluyor ki türkçe çeviri grupları ingilizce altyazılı bölümlerin erişilebilir olduğu andan itibaren çalışmaya başlıyor. ingilizce konuşabilen biri olarak benim için iki seçenek doğuyor burada: ya şimdi İngilizce altyazı ile yeni bölümü izleyebileceğim, ya da bizim çeviri gruplarının çeviri ve encoding işlerini tamamlamalarını bekleyeceğim. Bu da bana ingilizce altyazının birinci avantajını getiriyor: hız.

ikinci avantaj ise elbette çeviri kalitesinde. "hatalar oluyor mu, olmuyor mu?" kıstasına bakacak olursak yine az önce belirttiğim sebep geçerli, bizimkiler de ingilizce çeviriden yola çıkıyor. Yani "çevirinin çevirisi" durumu söz konusu. Japonca'dan İngilizce'ye çeviri yapılırken kaybolan nüanslar var zaten halihazırda, bu benim japonca öğrenme isteğimin altında yatan sebeplerden birisi hatta. e bir de bizim gruplar ingilizce'den türkçe'ye çeviri yaparken ister istemez üzerine kendi hatalarını ekliyorlar. animeyle aramda iki dil bariyeri birden oluşuyor. bu da ingilizce altyazının ikinci avantajı: doğruluk.

üçüncü avantaj ise bizim çeviri gruplarını bilmememden kaynaklı olarak çektiğim ayrı bir dert: bazı çeviri grupları başta belirttiğim "anime izleme deneyimini olduğu gibi aktarma" ilkesini çiğneyerek çeviride ve encoding'de fantezilerini koşturuyorlar. acayip fontlar, komik olmaya çalışan çevirmen notları gırla gidiyor haliyle. tamam, "bana mahallede wolverine recep derler" esprisine çok güldüğüm doğrudur ama çevirmenlik stand-up kafasıyla yapılmamalı, içerikle izleyicinin arasında durmak büyük yanlış. bir yandan chihayafuru gibi serilerde de japon edebiyatına ait unsurlar türkçe'ye çevrilirken mahvoluyor. ingilizce'ye çevirilerde de olan sıkıntılar bunlar ama ingilizce çevirilerde büyük özverilerle edebi değeri korunan japon dizelerine de şahit oldum ben. üçüncü avantaj ise bu noktada ortaya çıkıyor: kaliteye güven.

konunun her bir detayını açarak anlattım ama bu düşünceyi savunmamın esas sebebi kısaca türkçe çevirilerin ikinci el içerik konumundaki ingilizce çevirilere kıyasla üçüncü el içerik konumunda olmasıdır. Japonca'dan Türkçe'ye direkt çeviri yapan fansub grubumuz varsa yiğitlerimizi tanımayı isterim. Zira ana dillerine hakim olmaları durumunda İngilizce çeviride rastlanılmayacak kaliteye ulaşabilirler.
1

otaku türk üyeleri nerede

boyblue
Dwaila'ya katılıyorum, insanlar değişti. Çoğu eski yazarın artık sözlük bir yana bir şeyler izlemeye bile vakti olmayabiliyor. animeye olan ilgileri de sönebiliyor insanların bir noktadan sonra, hayatta değişim kaçınılmaz bir şey. bize de tersi yönde bir değişim yaşayarak animeye sarmaya başlayan yeni yazar adaylarına kucak açmak düşer.

sözlüğün yakın geçmişi nedeniyle de yakınlaşmayanlar vardır elbet. badireler yaşandı öyle ya da böyle. şahsen ben olanlardan sonra yine de türkiye'de anime alt kültürünün birleşmesi ve iyi temsil edilmesi idealine değer verdiğim için sözlüğe geri döndüm ama geri kalanların bunu yapmamış olması da anlaşılabilir bir durum.

instagram

boyblue
günümüzün popüler ticaret platformudur. insanlar için uzun süredir "ideal bir günlük yaşam" şovu yaptıkları bir yerdi. bilirsiniz ya "şuraya gittim bunu yedim içtim" paylaşımları bu platformun tamamını oluşturuyor. ve eğer siz de ideal günlük yaşamınızı düşünürseniz içerisinde birçok arzu nesnesi olduğunu fark edeceksiniz. facebook ise sosyal medya platformlarında kendi ekonomisini oluşturmaya ve onu döndürmeye çalışarak dev kâr marjı kazanan bir şirket. facebook marketplace de bunun için var, instagram üzerindeki ticari hesaplar da bu amacı güdüyor. insanlar birbiriyle paylaştığı, afedersin doğrusu birbirlerinin gözlerine soktuğu yaşamında bulunan bu arzu nesnelerini gösteriyor birbirlerine, koca bir reklam yaşantısı dönüyor sonuç olarak.

oyunu kuralına göre oynuyor herkes yani.

ders çalışmak günahtır

boyblue
uzattığım okulumda son bir süredir bu tür bir zihniyeti güttüğümü fark ettim. gerçekten çalışmaktan günah işlemekten kaçınır gibi kaçınıyorsa bir insan, büyük bir sıkıntı vardır ortada. düşünsenize, beyin denilen organ teknik olarak rölantide çalışabilen bir şey değil. eğer odaklanmazsanız kendisi bir şekilde düşüncelere dalıyor otomatik olarak. onu kullanmazsanız kullanılmayan kasların eridiği gibi eriyip gidiyor. hayatta her şeyin daha verimli ve kolay bir yolunu bulmayı başarabilen bir organ bu ve sekiz milyar insanda da değişik değişik, farklı alanlara yatkın beyinler var.

ve bu kadar farklı bireyler olan bizlerin ortak bir derdi var: bugünlerde kendimizi gelişmemiz öngörülen alanda gelişmeye zorlarken buluyoruz. kendimizi "daha ilginç" işlerle uğraşırken buluyoruz mesela. sınav haftası geçene kadar oturup şaheser nitelikte çizimler yapan, yazılar yazan arkadaşlarım vardı her zaman. sonra sınav sonuçları canını sıksa da o hafta sınav baskısı altında yaptığı iş dillere destan nitelikteydi. sonra alakasız bir bölümü kazandıktan sonra o çizimleri yapıp yazıları yazmaya hiç zaman bulamadı belki de. sınava girip tercihlerini yaparken aklında sevdiği, ilgilendiği alan yok elbette. orası baştan faul. bu toplumda sabit gelir düşünülebilir tek seçenek çünkü.

bu yüzden üniversitede istediği bölümde olmadığı için ders çalışmaktan kaçınan insanlar gibi garip bir durum ülkemizde aşırı yaygındır. Çocukları ilgi alanlarına yönlendirmek yerine herkesin "eksiklik"lerini kapatarak tek bir mükemmel kalıba göre öğrenci yetiştirmeye çalışıyoruz. eksikliklere odaklanırsan iyi yönlerinle yakalayabileceğin fırsatlar elinden kayar gider doğal olarak. eğitim sistemi bize bunu yapıyor. neden? çünkü modeli geçmiş, miadını doldurmuş bir eğitim sistemini kullanıyoruz. fabrika işçisini, mükemmel devlet memurunu yetiştiren eğitim sistemi uzun bir süredir tüm ülkelerin işine yarayan sistemdi çünkü sanayileşme devrinde yönergelere kusursuz bir şekilde uyabilen, yeterli genel kültürü ve alanında teknik birikimi olan bireyler bir ülke için çok değerli olan "iş gücü"nü oluşturuyordu.

devir çok değişti. artık robotlar ve sanayi 4.0 denilen kavramı emin çapa senelerdir anlatmaktan bıktı, herkes bu değişimin ne olduğunu ezberledi ama nedense bunu biz uygulamaya koyamadık. şimdi ise eski model eğitim sistemimizin gelip geçen sayısız milli eğitim bakanı tarafından defalarca yamalanmış versiyonu ile baş başayız ve bu sistem, içinden mükemmel bir şekilde geçen bir öğrenciyi bir üniversitede ders veren bir profesör yapabilir ancak. diğer alanlar için her zaman veremediği, eksik kalan bir şeyler olacak. bir akademisyen adayı olarak dikkat çekmek istediğim nokta bu: toplumumuzun akademsiyenden başka her şeye ihtiyacı var. ortalık üniversite mezunu ve yüksek lisans öğrencisi kaynıyor. bu akademik enflasyon ortamında benim alacağım lisans diplomasının veya yüksek lisans derecesinin bir önemi kalmadı. devam etmek zorundayım, ta ki yaşamımın ileri dönemlerinde bir profesör olana kadar. üstelik bu yolda yıllarını vermek ve bu yaşam biçimi benimsemek tamamıyla içime siniyor mu bundan bile emin değilim.

ders çalışmak günahtır, katılıyorum. yapmamız gereken şey çocuklarımızı artık kolaylıkla tahmin edemediğimiz bir geleceğe hazırlamak olmalı. büyüme, gelişme eylemini en başından bir angaryaya dönüştürerek çocukların kendilerini yıpratmalarını sağlıyor, en güzel ve önemli yıllarını heba etmelerine seyirci kalıyoruz. çocukları en başından ilgi duydukları ve yatkın oldukları alanlara yönlendirip çalıştırmalıyız ancak gelir dağılımındaki uçurum bu şekilde kaldığı sürece aileler çocuklarını doktor, mühendis ya da avukat yapmak için dershanelere (evet, kapatılmaları yönünde karar çıkan ama kapanmayan şu dershanelere) elindekini avucundakini vermeye devam edecek. üstelik her zaman olduğu gibi önümüzdeki 30-40 yıl içerisinde de ön plana çıkacak meslekleri tam olarak kestirmek mümkün değilken bunları yapacaklar. yapay zekâ trenini çoktan kaçırdık bu yüzden, çocuklarımız elin japonu, amerikalısı gibi bir fikrin peşine düşüp bilgisayar çağının başlangıcında olduğu gibi ticari atılımlar yapmak yerine devlet memuru olup "kendini garantiye aldı". "salla başı al maaşı" vizyonerliğiyle çözülebilir bir sorun değil bu ne yazık ki. insanların el ele tutuşup birlik olup eğitim sistemini kökünden değiştirmesi ve hayatın bayram olması falan lazım. ütopik.

biliyorum ki bu yazıyı okuyorsanız bu ülkede bu şartlar altında bir yere kadar gelmiş bir insansınızdır. yaşınız fark etmeksizin içinde olduğunuz durumu bir düşünmenizi istiyorum, özellikle ders çalışmak size ızdırap veriyorsa. kendimizi kurtarmamız için fazla bir zamanınız yok. iki seçenek var: alanını sevmeyi öğrenmek ya da alanını terk edip derhal sevdiği alan ile ilgilenilebilecek bir yaşam tarzını bulmak. derler ya, "sevdiği işi yapan ömrü boyunca çalışmaz" diye.

konu ile ilgili vereceğim link, sir ken robinson'ın yaptığı ve gelmiş geçmiş en popüler ted konuşması olan "okullar yaratıcılığı öldürüyor mu?" başlıklı konuşma. birçok dilde altyazısı var, zamanınızı ayırıp dinleyin.
https://www.ted.com/talks/ken_robinson_says_schools_kill_creativity?language=en

bir yer hayal edin

boyblue
Şehir dışı öğrencilik denilen mevzuya bir sene katlanabildim bunun gibi sebeplerle. Anadolu'nun ücra bir köşesine yolu düşenlere kutsal olan her şeyin yardımını diliyorum. Zor iş, çok zor bu şartlarda yaşamak. Doğrusu bu maddeleri okuduktan sonra buna yaşamak denilemeyeceğini düşünmeye başladım. Olsa olsa "hayatta kalmak" denilebilir.

İstanbul çok mu farklı? Hayır, paran olmazsa orası da tıpatıp aynı terane. Paran varsa bu maddelerin yapılabileceği üç büyük şehirden birisi sadece İstanbul.

8 megabit internete mahkum olmam

boyblue
yıllardır yanıp yakılarak çevremdeki tüm insanlara -bazen kafayı yersem kedilere de- anlatmaya çalıştığım bir durum bu. dünyanın en yavaş internetini en yüksek fiyatlardan kullanıyoruz çünkü başımızda tekel denilen bir lanet var. ülkenin altyapısı türk telekom denilen gudubet firmaya ait. ne yaparsanız yapın, bu yenilenmeyen ve bakımsız bakır tel yumağına mahkumsunuz bu ülkede. turkcell ve vodafone ise mevcut altyapının para ödeyerek aldığı kısmı üzerinde daha farklı müşteri memnuniyeti deneyimi yaşatıyor olabilirler ancak bu da haliyle fiyatlara yansıyor ve türk telekom'a ülkenin büyük kısmı el mahkum abone oluyor. bu durum karşısında abd'nin bazı eyaletlerinde rakip baskısıyla karşılaşmayan comcast gibi müşteriye istediği tavrı çeken, çoğu bölgede istediği gibi at koşturan ve her ay istediği fiyatı sizden alan bir firmayla karşı karşıya kalıyorsunuz. bu durumun acilen değişmesi gerek. müşteriler olarak el el vermeli ve tüm mağduriyetleri tek bir dosyada bu firmaya kitleyerek yüklü bir tazminat kaldırabilmeliyiz ve bu durum karşısında onlar da seve seve altyapıya yatırım yapmak zorunda kalmalılar. ancak bu dediklerim vatandaşlık bilincinde olan insanların ülkelerinde gerçekleşen ütopik senaryolar. kimse elini kımıldatmayacak. şunun şurasında ben de iki ay önce taahhüt vermeme rağmen benden 10-20 lira fazla alan bir firmanın günün alakasız vakitlerde beni aramasına ve ben bu çağrıları yanıtlamayınca çektikleri "yüksek faturalarla karşılaşmamak için telefonlarımıza yanıt verin" gibi tehditvari kısa mesajlarına karşı bir harekete geçmedim, uğraşamıyorum çünkü. bütün isyankâr mahkeme planlarını da yine onların altyapısı aracılığıyla bu siteye ulaştırabiliyorum. kimi kime şikayet etmeyi planlıyorsam? trajikomik...

otaku türk 7. yaş günü çekilişi

boyblue
Sözlüğe yakışır, güzel bir çekiliş olmuş. Sözlüğe ibraz edilen isimle aynı isme sahip hesapla katılma zorunluluğu bazı kullanıcıları zorlayabilir ancak onun dışında hediyeler gayet güzel. Steam cüzdan kodlarına hayır diyebileceğim bir gün yok (づ ̄ 3 ̄)づ

Çekilişin Instagram üzerinden yapılıyor olması da elbette platformun popülaritesine ve çoğu Instagram çekilişi servisinin çekiliş işlemini bir tık kolaylığında yapma vaadine bağlı. Kolay ve erişilebilir, daha uygun bir alternatifi yok maalesef. Ayrıca bir sosyal mecra üzerinden çekilişi yapmak yeni kişileri de buraya yönlendirmeye yardımcı olabilir elbette.

facebook anime sayfalarının ölmesi

boyblue
Söylenildiği gibi, Facebook'un genç kitlesini Instagram'a transfer etmesinin sonucudur. Ancak Facebook'a kıyasla Instagram hiçbir zaman zengin içeriklerin paylaşılabileceği bir sosyal platform olamadı. Sadece bir alışveriş ve reklam ağı olarak ana şirketine para getiriyor. Bol bol para.

Durum böyleyken direnmekte fayda var mıdır, ben bunun da tartışılır olduğunu söylüyorum. Evet, herkes teknik olarak hâlâ Facebook'ta ve etkinlik planlama konusunda oradan daha kullanışlı bir platform yok. Ancak bu durum hedef kitleyi orada bulamayacağımız gerçeğini değiştirmiyor. Peki nerede bu kadar insan?

Ülkemizde gündem Twitter üzerinden dönüyor çünkü microblogging şahane bir şey. Ayrıca animeci ve oyuncu olmak iç içe olgular. Bu alt kültüre ait 12'lik veletten 30'luk yetişkine kadar çoğu potansiyel otta, discord sunucularında takılıyor çünkü Discord sunucuları bu alt kültüre ait bireyler için en uygun ve kaliteli iletişim ağı. Eforu bu mecralara sarf etmek tek şans bence.

pixiv

boyblue

otakuturk.net/foto
Japonya çapında iş gören ve japon illüstratörlerin ve mangakaların çizimlerini ve hikayelerini paylaştığı sitedir. Japonya odaklı olduğu için yabancı dil dostu değildir pek, birçok dilde arayüz sunsa da mevcut içeriğin tamamına yakını japonca orijinal haliyle görücüye çıkar. Japonca bilginiz iyiyse eşsiz kaynaktır bu sebeple. Direkt olarak Japon çizerlere erişme imkânınız olur, deviantart'a göre ortalama sanat kalitesi epey yüksektir ve japonya'dan çıkan sevdiğiniz hikayelere ait yine japonya'dan çıkan doujinshi'lere ilk ulaşan siz olursunuz. Japonca bilmiyorsanız da gözünüzün gönlünüzün açılacağı birçok sanat eseri bulunuyor olması bu platformu en az batılı ikizi deviantart kadar cazip kılıyor.

http://www.pixiv.net/ adresinden ulaşılabilir. http://dic.pixiv.net/ adresi de bu siteye ait ansiklopedik katalog görevi görüyor, bir nevi wiki. http://en.dic.pixiv.net/ bu da söz konusu wiki'nin ingilizce versiyonu.

seul

boyblue

otakuturk.net/foto
canımız dostumuz güney koremizin başkenti. 605 kilometrekare alana yayılan bu şehrin nüfusu 10 milyona yaklaşmıştır fakat bizim büyükşehirlerimizin aksine şehirleşme açısından çok daha iyi bir yol izleyerek çoluk çocuk, yaşlı-genç herkesin ilgi alanları ne olursa olsun bir arada bulunabildiği bir şehir olarak gelişmeyi başarmıştır. şehrin içinde yeşile özlem çekerseniz uzaklara gitmeye de ihtiyacınız olmuyor, şehrin içerisinden geçen su kanallarının yanında kamp yapıldığını gördüm. Giden arkadaşlarım da öve öve bitiremedi.

Üstelik Seul hakkında Brandon Li tarafından çekilmiş ve hazırlanmış bir video da bu şehir hakkında yapılmış şahane bir çalışma bence. (Türkiye'ye gelse de öyle bir tanıtım çekse keşke dedim ama kendisi bunu halihazırda yapmış ve aynı üslubu kullanmamış kesinlikle. Kendisine kızabilirsiniz bile ortaya koyduğu perspektif nedeniyle)
karşınızda seoul_wave:
25 /